“Yaz Yağmuru” Filmi Üzerine Söyleşi
(Tomris Giritlioğlu – Murat Gülsoy)
Murat Gülsoy: Merhaba, “Yaz Yağmuru”nun yönetmeni ve aynı zamanda senaryoyu da Ümit Ünal’la beraaber yazan Tomris Giritlioğlu ile birlikteyiz. “Yaz Yağmuru” Metin Erksan’ın “Geçmiş Zaman Elbiseleri” adlı öyküyü uyarlamasından sonra -bir kısa film olarak uyarlanmıştı-, ilk ve tek uzun metrajlı Tanpınar uyarlaması olarak karşımıza çıkıyor. Çok iyi bir yönetmen ve iyi bir senaryo ekibi. Farklı bir uyarlama. Hemen sözü kendisine bırakalım. Önce bunca Tanpınar eseri arasında neden “Yaz Yağmuru”nu tercih ettiklerini soralım ve o süreç hakkında biraz bilgi alalım. Buyurun.
Tomris Giritlioğlu: “Yaz Yağmuru”nu tercih etmemin nedeni.. Tanpınar çekmek bir yönetmen için çok zor bir şey. Benim de çok sıkıntı yaşadığım bir dönemdi. Bir cesaretti bence Tanpınar’ı uyarlamak, genel olarak sinemada edebiyat uyarlamaları yapmama rağmen… Diğerleri yazarların yaşadığı projelerdi. O zaman yazarla iş birliği, kolay oluyordu. Bu kez, hayatta en sevdiğim Türk edebiyatçısının bir hikâyesini çekerken, kendimi sette çok yalnız hissettim. Tanpınar’ın ruhunu ağır bir yük olarak omuzlarımda hissettiğimi hatırlıyorum. “Yaz Yağmuru” ikinci filmim. Aslında benim “Yaz Yağmuru”nu seçmemin temel nedeni, daha sonra çekeceğim Tanpınar uyarlamaları için, yönetmen olarak bir olgunluk dönemine yetişmem gerektiğini düşünmemdendi. “Yaz Yağmuru”ndaki kızdan çok etkilendiğim için onu daha kolay anlatabileceğimi düşündüm. Benim için bir ilk adımdı. Ama bu adımın ne yazık ki sonra devamı gelmedi.
M.G.: Belki gelir.
T.G.: Ben sinemada final filmimin yine bir Tanpınar uyarlaması olabileceğini düşünüyorum.
M.G.: Umarız. “Yaz Yağmuru” Tanpınar’ın çok güzel bir öyküsü. Buradaki izleyici kitlesi sanırım bütün öykülerini çok iyi biliyordur. O yüzden, şimdi beyaz perdedeki uyarlamasını gördüklerinde belki farklılıklar dikkatlerini çekecek. Bildiğimiz gibi “Yaz Yağmuru” öyküsünde Sabri karakteri, karısı ve çocukları uzakta iken evde roman üzerinde çalışan bir yazardır. 17. Yüzyılla ilgili bir roman yazmaktadır ve bir gün, yağmurlu bir gün, hayalet gibi adeta, uçarı bir kız, değişik bir karakter, bahçesinde beliriverir ve onun hayatına girer. Yazın bir süre beraber zaman geçirirler. Kız hikâyesini anlatır ve “Yaz Yağmuru”nun ikinci asıl hikâyesine gireriz. O evin bulunduğu yerde, çok daha önceleri mevcut olan bir konaktaki hayatı bize o kız anlatır. Ve daha sonra da hayatından çekilip gider. Şimdi izleyeceğimiz filmde birçok farklı unsur var. Bu farklılıklar neden kaynaklandı? Nasıl değiştirdiniz? Sizi neler zorladı? Çünkü bunu bir dramatik olay örgüsüne oturttuğunuz zaman hakikaten öyküdeki gibi olmuyor sinema filmi. Siz nerelerde nasıl kararlar aldınız? Biraz ondan söz ederseniz.
T.G.: Ben filme başlamadan önce tüm Tanpınar külliyatını tekrar okudum. Aslında onun bütün yazdıklarının benim üzerimdeki etkileridir diyebilirim. Örneğin yazarın rüyaları benim için “Abdullah Efendi’nin Rüyaları”nın bir yönetmen üzerindeki etkileriydi. Ancak ben şöyle bir süreç de yaşadım, onu anlatmak istiyorum, bir edebiyatçıyla. Tanpınar’ın doğurduğu çok önemli edebiyatçı olduğunu düşündüğüm, Orhan Pamuk’la buluştum ve onun yazmasını istedim bu senaryoyu. Orhan Pamuk bana -hiç unutmayacağım bir şeydir- “haşa ben Tanpınar senaryosu yazamam!” dedi. 94 yılında çektim ben bu filmi. 92 yılında çalışmalara başladım. Yani Orhan Pamuk’la buluşmam zannediyorum 92’nin sonlarıydı. “Ama sana bir şey tavsiye edeceğim,” dedi, “hiçbir şekilde Tanpınar diyaloglarının dışına taşma.” Yani buna çok özen gösterdiğimi hatırlıyorum. Filmin galasına Orhan Pamuk’u da davet etmiştim. Fakat ben galaya gitmediğim için -ben hiçbir filmimi şimdiye kadar sinemada izleyemedim, çünkü çok heyecanlanıyorum- o da beni sonrasında aramadığı için gelmedi zannettim davet ettiğim galaya. Aslında ertesi gün aramış ama oğlum küçük olduğu için söylemeyi unutmuş. Ondan bir hafta sonra “Aa aradı anne seni,” dedi. Hemen telefona sarıldım. Ben hiçbir çektiğim filmi övgü hak ettiğini gerçekten düşünmeyen bir yönetmenim. Çok güzel şeyler söyledi bana. Hatta romanda olmayan bir kambur karakteri vardır. Bence o da bir Tanpınar’dır. Orhan Pamuk beni arayıp kastı sormuştu o oynayacak, yazarı bu oynayacak, kamburu da… dedim. “Ne kamburu?” dedi bana. Anlatmaya çalıştım. “Böyle bir şey yapamazsın,” dedi, “bir edebiyatçının hikâyesinde olmayan bir kahramanı koyamazsın.” Ama koyacağım ben, dedim. Filmi izledikten sonra *benim için en önemli şey- “o kahramanı çok sevdim, o bence o daha çok bir Kafka karakteridir,” dedi.
Edebiyat uyarlaması yaparken iki sanatçı var. Tabii kendini asla Tanpınar düşünce dünyası ya da düzeyiyle hiçbir şekilde kıyaslama amacıyla söylemiyorum bunu, ama o eserin sizin üzerinizdeki, yani yönetmenin üzerindeki etkilerini, yönetmenin samimi ve sahibi bir duyguyla perdeye aktarması önemli. Benim son filmimden bir önceki filmim “Salkım Hanımın Taneleri”nde böyle yaptım. Ama oradaki Yılmaz Karakoyunlu, yazar, son derece anlayışlı davrandı. Burada öyle bir şey olamazdı, çünkü bir yazarın değil bir edebiyatçının hikâyesini sinemaya aktarmaya çalışıyordum. Bu yüzden de gerçekten çok sıkıntılı ve zordu benim için. Rüyalarımda hep Tanpınar’la konuştuğum, hesaplaştığım bir süreç yaşadım. “Yaz Yağmuru”nun şöyle bir özelliği var: Benim sinematografimde bütün filmlerim Türkiye siyasetiyle ilgilidir. Tek kişisel filmim “Yaz Yağmuru”dur diyebilirim.
M.G.: Evet, “Yaz Yağmuru” demin de söylediğim gibi iki bölümden oluşuyor. “Erkeğin dünyası” ve “kadının dünyası”. Daha doğrusu Tanpınar’ın kadının dünyası. Hep bir kayıp, bir hayalet gibi anlattığı, bütün diğer eserlerinde de karşımıza çıkan, belki o kayıp annesiyle ilişkilendirebileceğimiz, hep geçmişten gelen, hep başkalarının elbiselerinin giydirildiği, hep bir başkasının yerine konduğu… Ben onu hep öyle gördüm. Tanpınar çünkü, o kadınları başkasının yerine sever. Bütün bunlar, yani “kadın tarafı”, filminizde gerçekten son derece başarılı yeni bir dünyayla karşımıza çıkıyor. O yüzden ben sizi tekrar kutlamak istiyorum. Aslında sözü de fazla uzatmak istemiyorum. Sanırım epeyce merakla bekliyor izleyiciler. Bir de şunu not etmeden geçmeyelim. Her zaman edebiyat okuru sinema uyarlamalarına, nasıl diyeyim, tedirgin bir duyguyla yaklaşır. Acaba esere bir şey oldu mu? Acaba eser iyi uyarlandı mı? Ben sinemayı da edebiyatı da birbirinden ayrı sanatlar olarak görmekten yanayım. Önemli olan, bir eser başka bir eseri doğurabiliyor mu? Bence burada yaşanan şey bu. Birazdan biz de göreceğiz. Bir “Yaz Yağmuru” var, Tanpınar’ın. Şimdi izleyeceğimiz ise Tomris Giritlioğlu’nun “Yaz Yağmuru”. Sanatın bir başka eser doğurmaya hizmet etmesi çok önemli. Tanpınar o açıdan çok doğurgan. Dediğiniz gibi Orhan Pamuk’u da Oğuz Atay’ı da, belki birçok edebiyatçıyı da doğurmuş bir edebiyatçımız. Bilmiyorum, son birkaç söz varsa söyleyebileceğiniz…
T.G.: Ben “sabır” diliyorum. Şimdi “Yaz Yağmuru”nu çekmeyi daha çok isterdim, ama gerçekten bir yazara saygı duruşum var. Bir başka yönetmen “Yaz Yağmuru”nu tamamen başka şekilde çekebilir. Bir tek şeyi söylemek istiyorum son olarak, mesela filmde bir leit-motif halinde kullandığım uçurtmayı ben yirminci okuyuşumda keşfettim.
M.G.: Küçük bir cümlenin içinde.
T.G.: Evet, küçük bir cümlenin içindedir ve o kızın özgür duygusuyla, yani aykırılığıyla o beyaz uçurtma çok özdeşleşmiştir benim için.
M.G.: Teşekkürler.
T.G.: Ben teşekkür ederim.
(Ahmet Hamdi Tanpınar, Tanpınar Zamanı – Son Bakışlar, haz. Handan İnci, Kapı Yayınları, 2012, s. 239-245).