TANPINAR HOCA
Bir büyük kayıp daha
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı kürsüsü Ordinaryüs Profesörü Ahmet Hamdi Tanpınar’ın âni ölüm haberinin gazetelerde yayınlandığı gün, Yeditepe şiir armağanı yargıcılar kurulu, 1961 ödülünün şair Ahmet Hamdi Tanpınar’a verilmesini kararlaştırıyordu. Bilim adamı, fikir ve edebiyat dünyasının seçkinleri, üniversite gençliği ve aydın okuyuculardan meydana gelmiş binlerce kişinin tabutu ardından Rumelihisarı’na yöneldiği saatlerde, radyodan ölüm haberini duyan yüzbinlerce kişi de onun mısralarını tekrarlıyor, hikâye ve romanlarını anıyor, gazete sayfalarındaki birbirinden güzel yazılarını hatırlıyordu. Böylece çok yönlü zengin ve olgun bir kişiliğin ardından, eserlerinin büyük değerine yaslanan geniş bir kalabalık esefle, çaresizlikle, ölüm karşısında duyulan o boynu eğik güçsüzlükle üzülüp yanıyordu. Bütün hayatı yirminci yüzyılın yıllarına sığmış olmasına ragmen, Türk toplumunun son yarım yüzyılındaki bütün macerasını yaşamış, kader sarsıntılarının trajik uçurumlarını görmüş ve bütün bunları birbirinden güzel eserlerinde o kadar canlılıkla yaşatmış olan büyük bir fikir, bilim ve sanat adamını kaybetmiş olmanının hüzününü yaşıyorduk. Adının başına şair, hikâyeci, romance, denemeci, eleştirmeci, Prof., Ord., edebiyat tarihçisi gibi… çeşitli sıfatların konabileceği Tanpınar Hoca, şimdi profesör olarak üniversitede yerine geçecek olan nice değeri ve Türk liselerinde ondan aldıkları edebiyat zevkiyle öğretmenlik yapmakta olan yüzlerce aydın kişiyi yetiştirdikten sonra… (Burada Behçet Necatigil’in “Kitaplarda Ölmek” şiirini hatırlayabiliriz:)
Adı, soyadı
Açılır parantez
Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti
Kapanır parantez.
O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölülm yılları.
Ya sayfa altında ya da az ilerde
Eserleri, ne zaman basıldıkları
Kısa, uzun bir liste.
Kitap adları
Can çekişen kuşlar gibi elinizde.
Parantezin içindeki çizgi
Ne varsa orda
Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci
Ne varsa orda.
O şimdi kitaplarda
Bir çizgilik yerde hapis.
Hâlâ mı yaşıyor, korunamaz ki,
Öldürebilirsiniz.
“Bir çizgili yerde hapis” kalmamanın bütün imkânlarını da eserleriyle hazırlandıktan sonra… gitti…
61 yıl önceydi
1901’de İstanbul’da doğmuştu; kadı olan babasının görevli bulunduğu çeşitli imparatorluk şehirlerinde bulundu. Çocukluk anılarının bir kısmını Beş Şehir’de, bir kısmını Huzur adlı romanında bulabiliriz. İstanbul Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra lise öğretmenliğiyle Erzurum, Konya, Ankara, İstanbul’da çalıştı. Beş Şehir’de o kadar ustalıkla anlattığı “bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir” dediği yerlerdir. 1939’da Edebiyat Fakültesine yeni Türk edebiyatı profesörü oldu; arada iki devre Maraş milletvekilliği, Güzel Sanatlar Akademisi estetik ve sanat tarihi hocalığı, Maarif müfettişliği de yapmıştır.
Ve eserleri
İlk şiirlerini mütareke yıllarında Dergâh dergisinde (1921-1923) yayınlamış, geçen yıl kitap haline getirmişti. (ŞİİRLER, Yeditepe Yayınları, Şubat 1961, 80 sayfa, 5 lira) Bu konuda dergimizin Kitaplar sayfasında çıkan yazıyı, 15 Mart 1961 sayısında bulabilirsiniz. Genellikle Yahya Kemal-Ahmet Haşim bileşiği olarak şekil ve ahenkçe mükemmel bu örnekler; şiirimizin dil, ölçü, uyak, biçim, armoni… bakımından klasik eserleri olarak daima aranacaktır.
“XIX. Asır Türk Edebiyatı” adıyla yayınlanan 1. cilt iki defa basılmıştı. (İst. Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları). Bu eserinde Ahmet Hamdi Tanpınar; hem bilimsel yönden belgeli ve objektif bir araştırmanın, hem sanat yönünden zengin ve güzel bir üslûbun mükemmel bileşimindeydi. Edebiyat tarihini kuru bir olaylar ve eserler sıralaması olmaktan çıkarıp toplum değişmemizin bütün alanlarını içine alan etraflı bi incelemeye konu yapan, yüz yılın sanat ve fikir eserlerinin hepsini kucaklayan bu olgun araştırma, edebiyat tarihimizde benzeri bulunmayan bir şahsiyet gösteriyordu. Çünkü Ahmet Hamdi Tanpınar, yaradılışı gereği büyük bir sanatçıydı. Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1943), Yaz Yağmuru (1955) adlariyle yayınlanmış olan bir kısım hikâyeleri, psikolojik derinleşmenin, şuur altına kadar uzanan bir ruh araştırmasının güzel misafirleridir. Huzur (1949) ve son aylarda Remzi Kitabevince yayınlanan Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı kitapları psikolojik roman türünün hemen yegâne eserleridir. Fakat muhakkak ki en mükemmel eseri, Ankara, Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul’un maddî ve manevî portrlerini çizen Beş Şehir (denemeler 1946, 1960)dır. Burada geçmişe Selçuk ve Osmanlı’nın edebiyat, mimarî, müzik, resim, gelenek ve yaşayışına uzanan Tanpınar, şehirlerimizin dünleriyle bugünlerini karşılaştırmak, batı medeniyeti ve tekniği karşısındaki öz cevherimmizi yitirmemek eğilimindeydi. “Teklif ettiğim şey ne türbedarlık ne de mazi hırdavatçılığıdır. Bu toprağın macerasını ve kendi maceramızı bilmek, onun içinden büyümek, onun içinden tabiî şekilde yetişmek ve Garplı anlayışla Garplı ustaları severek eser vermektir.” diyordu. Mustafa Baydar’ın “Son on beş dakikanızda insanlara neler söylemek istersiniz acaba?” sorusuna da şöyle cevap veriyordu: “Benden sonra yaşayacaklar için kendilerini kıskandığımı söylerdim; bittabi telaştan ve üzüntüden herhangi bir şey söylemeyi o anda akıl edersem. Çünkü hayat her şekilde ve daima güzel.” O insafsız kalp kriziyle öldüğüne göre bu fırsatı bulamadığı muhakkaktır.
Selam olsun
Tanpınar Hoca bütün eserlerinde “zaman” sorunu ile uğraşmıştı. Hem hayat hem ölüm bakımından Hem kişisel, hem toplumsal açıdan. Şüphesiz ki okuyucularımız unutulmaz “Bursa’da Zaman” şiirini hatırlamaktadırlar: “İsterdim bu eski yerde seninle –Başbaşa uyumak son uykumuzu –Bu hayal içinde… Ve ufkumuzu- Bu hayal içinde… Ve ufkumuzu – Çepeçevre kaplasın bu ziya, bu renk – Havayı dolduran uhrevî ahenk. – Bir ilâh uykusu olur elbette – Ölüm bu tılsımlı edebiyette, – Belki de rüyası büyük cetlerin – Beyaz bahçesinde su seslerinin.”
Bütün hayatını çıkarısz bir ilim ve sanat çalışmasına adamış, birbirinden değerli bilim ve sanat eserleri yaratırken binlerce üniversite genci yetiştirmiş olan Tanpınar Hoca, verimli insanların huzuriyle öteye gitmiş oluyor. “Bahçelerde güller açtıkça” sanatın heyecanından, bilimin insanî amaçlarından duygulanan insanlar var oldukça, “adını anan, arıyan”; eserlerini okuyup faydalananlar daima bulunacaktır.
(Kim, nr. 187, 31 Ocak 1962)