Bir Sayfa Seçin

Abdullah Efendi ve Rüyaları

Saffet Tanman

 

 

Kıymetli şairimiz ve yazı arkadaşımız Ahmet Hamdi Tanpınar’ın gazetemizde neşredilen ve ismi yukarıda okunan büyük hikâyesi bilhassa münevverler muhitinde büyük bir alaka ile karşılandı. Aşağıda bir kariimizden gelen vukuflu tenkit yazısında bu alakanın bariz delilini göreceksiniz.

Son zamanlarda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Tasvir-i Efkâr’da çıkan bu isimdeki hikâyesi şairin yakın dostları arasında epeyce münakaşaya sebebiyet verdi. Bunlardan bir kısmı, insanı bir taraflı ve lojik bir mahlûk addedenler. Bu eseri sadece bir fantezi olarak kabul ettiler. Onlara göre Abdullah Efendinin rüyaları bir alaydır, yahut da o ismi öğrenilmesi güç olan yeniliklerden biridir. Buna mukabil ikinci grup da bunların zıddına olarak hikâyeyi sabırsızlıkla takip ediyor ve lisanımızda ilk defa rastlanan bu yepyeni tarzı büyük bir coşkunluk ve sevinçle karşılıyorlar. Bunlar insanı her an için yeni baştan keşfedilebilecek bir “karışık hisler ve zıd realiteler” mecmuası addedenler ve şuurla tahtı şuur arasındaki irsiyetlerin, ihtirasların ve arzuların tesiri altında değişen hakikatlerini yakalamak için, hiç olmazsa kendisi kadar değişik usullere lüzum gören her yaştan, her cinsten, her telâkki ve mezhepten okur ve yazarlardı.

Modern psikolojinin tecrübî ilimler arasına girmesinden beri tahteşşuurun tahlili her edebiyatta mühim bir yer tutmuştur. Rüyada ise bütün ruhî hayatın anahtarını bulmak Freud’den beri en sağlam kazançtır. Artık bütün bu analizlerde, cinsî hayatın başlıca rolü oynadığı beşer psikolojisini Evolüsyonunda bu insiyakın şekil verici vazifeyi gördüğünü biliyoruz.

Abdullah Efendinin rüyaları bu meb’deden hareket eder. Hikâyenin nüvesini cinsî insiyak teşkil etmekte ve vakalar onun hudutları içinde rüya mantıkile hazırlanmış semboller şeklinde görülmektedir. Fakat bütün bunlar Refoulé bir tip yaratmakta kalabilir ve Abdullah Efendi enteresan olmıyabilirdi. Çünkü deli ve manyak her zaman enteresan olamaz. Onun şahsiyetinde bizi bağlıyan nokta, onun müşahade kuvvetine malik bir estet olmasıdır. Bu estet ve müşahit şahsiyet, hasta kafasının vehimleri içinde kalmıyor, her bulunduğu yerde, her saniyesini çok dolu bir şekilde yaşıyor, etrafını derin bir anlayışla seziyor, insanlar ile eşya arasında çok zengin bağlar buluyor, bilhassa bunları görüyor. İşte bu görüş kabiliyetidir ki bu hikâyeyi hakikî bir sanat eseri yapıyor. Abdullah Efendi bir bakıma göre bir idealisttir. Fakat arzularından vazgeçemiyen, onları yaşamak istiyen maddeden teselli uman bir idealist. İşte bu kendi içine ait uygunsuzluktur ki onun kafasında bir takım mânialar, vehimler vücude getiriyor. Etrafile her temas bir rüya oluyor, sonra bu rüyadan uyanarak kendi kendisini beğeniyor, rakamların mistik kuvvetine inanıyor, daha sonra eşyadan ve her şeyden, rakamlardan ve kendisinden bile şüphe ediyor. Kendisinin dahi bir adet, kesirli bir adet olabileceğini anlıyor ve böylece biz onda evvelâ ikinci bir Abdullah Efendi, sonra da cüzlerini sokakta arıyan birçok Abdullah Efendiler görüyoruz.

Kahvede asıl benliğini bırakarak çıkan Abdullah Efendi ona “sen burada biraz bekle, ben şimdi gelirim” diyor. Hattâ garsona aman dikkat edin uyanmasın diye tenbih ediyor. Melek kanatlarını kahvede bırakarak arzularına dolu dizgin yol veren kahramanı Beyoğlu âlemlerinde eğlenceye doğru gider görüyoruz. O artık evden eve o âlemin sefalet dolu, fakat kendine mahsus âdetleri olan havası içinde dolaşırken muhayyilesi kendi âleminde çalışıyor, onun için tuzaklar kuruyor, görülmemiş imajlar hazırlıyor. Zembil ile tavanda asılı konuşan ve geçmiş hovardalıklarını Rum şivesile anlatan ihtiyar, bir başka evde sedirde uyuyan küçük çocuk ve kendisine “ne zararı var, şekerim, varsın masum uyusun” şeklinde cevap veren kadının laubaliliği vesaire… Zaten hikâye orijinalitesini, bu her an müşahede edebileceğimiz unsurların galibiyetine medyundur. Bir edebiyatçı dostumuzun hikâyeyi okuduktan sonra bana, “ben buna benzerlerini garp edebiyatında görmüş, okumuş gibiyim” demesi üzerine kendisine şu cevabı verdim: “Evet, böyle bir tip her zaman ve her yerde mevcuttur, insanlar ruh ile maddeyi ayırmak istediklerinden beri kompleksler ve Refoulé insan doğmuştur. Bunun etüdü her edebiyatta vardır. Yalnız Abdullah Efendi çok bizden, çok yerli. Adı bile bütün kendimiz. Sonra unutmayınız ki hikâyenin rüya unsuru tertibi ve bazı unsurları garplı örneklerde bulamıyacağımız şeylerdir.”

Filhakika Abdullah Efendi biziz, onun vehim tavsif ettiğimiz garipliklerinin bir kısmı yahut başka bir şekli hangimizde yoktur. Vicdanımızı istiyerek uyutup “hele sen sus, ben biraz istediğim gibi yaşıyayım” dediğimiz ve sonra onun uyanmasından korkarak, acaba biraz evvelki şahsiyetim ile şu anımı nasıl gördüm? diye düşündüğümüz zamanlar yok mu? Bizim bunları muvazenemize halel gelmeden ara sıra hissetmemize mukabil, Abdullah Efendi, her saniyesini bu azap içinde ve kuvvetle ve samimiyetle yaşadığından ona deli diyoruz.

En sonunda onu Dantesk bir âlemde, asırların en günahkâr tanıdığı kadınlarını sıra ile seyrederken görüyoruz. Her biri çok kuvvetli bir şehvet havası içinde, ve en orijinal bir şekilde tasvir ediliyor. İhtiyar dostu onun evinden çıkarak kendisini Aspasya ve Semiramisler ile karşılaştırırken Abdullah Efendiyi Dante’nin cehenneminde sanıyoruz. Hatta bir yanda Françeska da Rimini bile var. Fakat birdenbire yerli unsur, hiç değilse şark unsuru, en ince şeklinde tekrar kendini gösteriyor. Geniş bir vitrin içinde zarif kadehte yıkanan genç bir kadını görünce Abdullah Efendi derhal tanıyor, “bu Hafızın sevgilisi olacak, diyor. Bunu, bu temiz rüyayı bırakın gitsin.” Fakat ihtiyar dostu buna razı olmuyor, “edebiyat karşısında rüyanın temizi ve çirkini yoktur, hep aynı sarhoş uykusunun gördüğü rüyaların” cevabını veriyor ve sonunda ona “işte aradığın şeyi sana veriyorum, bak ne kadar elverişli” diyerek kocaman bir taş bebek uzatıyor.

Tabiatı ayna içinde seyretmeyi tercih eden Baudelaire gibi, Abdullah Efendi de kadının ancak sembolüne tahammül edebilirdi. Böylece onu istediği gibi, daha hür şekilde süsliyecek ve yaratacaktır. Bütün hayatı müddetince saadeti tam bir rakam olabilmekte arayan Abdullah Efendi bütünlüğünü yine kendi muhayyilesinde bulabileceğini anlamış oluyor.

Edebiyat karşısında bir rüyanın temizi ve kirlisi yoktur. Elverir ki bir hakikatin ifadesi olsun. Abdullah Efendi’de bu nadir unsur kuvvetle vardır. Onun içindir ki bu hikâyenin bir gün mühim eserler arasında tasnif edileceğine kaniim.

S. TANMAN

 

Saffet Tanman, “Abdullah Efendi ve Rüyaları”, Tasvir-i Efkar, sayı: 4834, 3 Birinciteşrin 1941, s.2.