Bir Sayfa Seçin

TANPINAR’IN ŞİİRLERİ

Necati Cumalı

Ahmet Hamdi Tanpınar, şiirlerini kitap halinde topladı. Elime geçtiği günden beri sık sık bu kitabı karıştırıyorum. Tanpınar’ın şiirlerini tekrar tekrar okuyor, şiir anlayışı üzerinde düşünüyorum.

Tanpınar’ın şiirleri, şiir anlayışı, kendi şairliği ile ilgili olduğu ölçüde, yeni şiirimizin öteden beri tartışılan, genel meseleleri üzerinde de yeniden düşündürüyor beni.

Önce şu var: Bugüne kadar Tanpınar, dergilerde kimini okuduğumuz kimini göremediğimiz daha çok antolojilere girdiği için tekrar okumak fırsatını bulduğumuz, ya da hafızalarımızda yer ettiği için tekrarladığımız “Hatırlama”, “Bütün Yaz”, “Deniz Ufkunda Batan Güneş”, “Ne İçindeyim Zamanın”, “Bursa’da Zaman” gibi dört beş şiiriyle bilinir, hatırlanırdı.

Kitap halinde okununca, Tanpınar’ın şairliği daha bir önem kazanıyor. Haşim’den bu yana gelen şiir kuşakları içinde, Tanpınar’ın yeri doğru sınırları ile görünür duruma geliyor. Şiirimizde bağlı olduğu, etkilenip devam ettirdiği şiir anlayışı, kendisinden sonra gelen şairlere etkileri, açıkça beliriyor. Bunun yanında, Tanpınar’ın kırk yıla yaklaşan şairlik hayatı boyunca, benimsediği şiir anlayışına bağlılığı, sesini, beğenisi, kararsızlıklara kapılmadan sürdüregelişi olumlu bir tutum olarak göze çarpıyor. Tanpınar’ın bu tutumu, şairlerimizin çoğunda görülen birleşik bir tutumla, sık sık değişme, çevresindeki şairlere, ortak şiir beğenisine uyma çabasıyla, Tanpınar’ın tutumu arasında karşılaştırma yapmamıza yol açıyor.

Tanpınar’ın şairliği, Ahmet Haşim’in şiirde vardığı yerden başlıyor. Tanpınar, Haşim’in sesini devam ettiriyor:

Haşim’in şu şiirini hatırlayalım:

TAHATTUR
 Bir acem bahçesi bir seccâde
 Dolduran havzı ateşten bâde

Ne kadar gamlı bu akşam vakti
Bakışın benzemiyor mutâde

Gök yeşil, yer sarı mercan dallar
Dalmış üstündeki kuşlar yâde

Bize bir zevk-i tahattur kaldı
Bu sönen gölgelenen dünyada

Bir de Tanpınar’ın “Uyanma” adlı şiirini okuyalım:

Bu akşam, bu tenha saati ömrün
Uzak servilerin arkasında gün 

Bu güneş döşenmiş bahar bahçesi
Suyun uzaklaşan yaklaşan sesi 

Ve yanık türküsü dalda bülbülün
Ateşten çemberi üstünde gülün

İki şiir arasında akrabalık açıkça görülür. Tanpınar’ın şairliği, Haşim’in “Tahattur”undan ve yine bu anlayışta yazılmış, “Suvari”, “Bir Günün Sonunda Arzu”, “Akşam”, “Bir Yaz Gecesi Hatırası”, “Sonbahar” gibi şiirlerinde doğmuştur. Denilebilir ki, Haşim’in şairliği, dili zamana uyarak daha sadeleşmiş, Haşim’e özgü acılığını yitirerek Tanpınar’ın hayatla barışık yaratılışına uymuş olarak, Tanpınar’ın şiirlerinde devam etmiştir. Haşim’in, son ışıklarla bulutların cenk ettiği, uçuştuğu ateşli akşam havaları, yaz geceleri, mercan dalları, gülleri bülbülleri, bahçeleri, İstanbul’un gürültüsüz bir köşesinde eski bir yalı gibi, Tanpınar’a miras kalmıştır.

Nedir ki, bu bahçeler, çimenler, mehtaplar, Haşim’in şiirleştirdiği bahçelerden, mehtaplardan bir bakıma ayrıdır. Haşim:

Oklar gibi saplanmada kalbe
Düştükçe semâdan yere mehtap

der. Karamsar, acılıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirlerinde bu yalnızlıktan şikâyetçi ses yoktur:

HATIRLAMA
Sen akşamlar kadar büyülü sıcak
Rüyaların kadar sade güzeldin
Başbaşa uzandık günlerce ıslak
Çimenlerinde yaz bahçelerinin 

Ömrün bahçesinde sükûn, aydınlık
Boşanan bir seldi avuçlarından
Bir masal meyvesi gibi paylaştık
Mehtabı kırılmış dal uçlarından.

Belki de Tanpınar’ı Haşim’den ayıran, bu şiirinde olduğu gibi, sadece hayatla daha barışık yaratılışı değildir. Tanpınar’ın Haşim’in yanında usta bellediği daha başka şairler de olmuştur. Ayrıca Tanpınar, düz yazılarından daha açık anlaşılacağı gibi, Haşim’den ayrı bir dünya görüşüne, bir düşünce eğitimine ulaşmıştır. Tanpınar’ın şiirlerinde Haşim’den başka, bu şiirinde, daha başka şiirlerinde olduğu gibi (Bir Gül Bu Karanlıklarda) Valéry, Verlaine (Gezinti; Mavi, Maviydi Gökyüzü), biraz da Yahya Kemal (Bir Gün İcadiyede) etkileri görülür. Fakat gene de, Tanpınar’ın Haşim’den, öbür ustalarından, duygu düşünce bütünü ile ayıran, şiirlerinde kalan bu ek etkilerdir denilemez. Tanpınar’ı şiirdeki ustalarından ayıran tarafı, yazımın biraz daha ilerisinde belirtmeye çalışacağım gibi, düzyazılarında açıkça görülen düşünür kişiliğidir.

Yazıma niye Tanpınar’ın kapıldığı etkileri sıralamakla başladım? Şiirden çok dedikodusunu sevenler, bu yargılarımı Tanpınar’ın şiirini küçültmek için öne sürdüğüme yorabilirler. Bu türlü bir yorum olsa olsa beni üzer. Sözüm onlara değil.

Tanpınar’ın şiirleri, önce, Cumhuriyet’ten bu yana, şiirimizde ortaya çıkan şiir anlayışları tartışmaları üzerinde yeniden düşünmek, şiirimizin gelişmesini karşılaştırmalı olarak inceleyebilmek, daha çözülmemiş bazı şiir meseleleri üstünde bir sonuca varmak için iyi bir fırsat gibi görünmüyor bana. Konumu bu yüzden uzun tutuyorum.

Tanpınar’ın şiirleri, hececilerin beğenisinin en yaygın olduğu bir sırada dergilerimizde görünür. O günlerin, hakim beğenisi içinde, bağlı olduğu hece ölçüsüyle, Tanpınar şiirlerinde hececilerden çok değişik bir sese ulaşır. Bu bakımdan kitabında şiirlerinin altına yazdığı tarihleri eklemesi ne kadar yerinde olurdu. Hececilerin alaturka havası içinde “Yavaş Yavaş Aydınlanan” şiirinde olduğu gibi, hece ölçüsüne Batılı bir beğeni, bir bütün kazandırmak, önemli bir ustalık sayılmak gerekir.

Sonra şu da var: Tanzimat’tan bu yana, şiirimizin yenileşme, Batılılaşma çabası içinde, hemen hemen her şair, Batı’dan, özellikle Fransız edebiyatından sevdiği şairleri kendine usta bellemiştir. Yakın zamanlara gelinceye kadar bir şairin kapıldığı etkileri incelerken, bizde ölçü şairin ne derece etki altında kalıp kalmadığı değil, ne türlü bir şairin etkisi altında kalıp kalmadığı olmuştur. Şair, ustalarını iyi seçip seçmemekten sorumlu tutulmuştur.

Geleneklerinden kopup yeni gelişen bir edebiyatta, bu türlü bir ölçünün uygulanması elbette ki yerinde bir hoşgörülük olur. Tanpınar Haşim’i, Yahya Kemal’i, Valéry ile Verlaine’i usta seçmiş, sonra da şiir beğenisi şiir bilgisiyle, girdiği edebiyat dünyası içinde bulduğu malzemeyi iyi kullanmış bir şairdir. Böyle olduğu içindir ki, ustalarından etkilendiği ölçüde, kendisinden sonra gelen şairlere etkisi dokunmuş bir şairdir.

Ahmet Muhip’in, Ziya Osman’ın, daha sonraları Oktay Rifat ile Orhan Veli’nin ilk şiirlerinde Tanpınar’ın heceye getirdiği ses açıkça görülür. Örnek olarak, Oktay Rifat’ın “Günler Geçmiş Buradan” adlı şiirini okuyun, Tanpınar’ın “Her Şey Yerli Yerinde” adlı şiirini hatırlamadan edemezsiniz. Ahmet Muhip,

“Sen bir masalı hatırlatıyorsun”

derken, Tanpınar’ın:

“Varsın başucunda gezinsin dursun
Zalim iğvaları bir susuzluğun”
                          (Güller ve Kadehler)

deyişine yaklaşır. Orhan Veli’nin ölçülü uyaklı “Kurt, Buğday” gibi şiirleriyle, Ziya Osman’ın bazı şiirlerinde hep bu ses yakınlığını duyabilirsiniz:

Tanpınar’ın şiirlerini okudukça, hemen hemen her şiirinin, kendisinden sonra gelen şairlerin en iyilerine yeni şiirler yazma olanakları sağladığı görülür.

Daha sonraları bu etkinin devamını başka açıdan görmek mümkündür. Tanpınar’ın şiirlerinin ilk yayınlandığı günlere erişememiş şairler, Tanpınar’dan etkilenmiş şairlerin aracılığı ile onun işçiliğinden, ustalığından faydalanmışlardır.

Tanpınar, çok yazan bir şair değil. Kitabında 37 şiir var. Şiire emek verdiği yıllar düşünülürse, Tanpınar’ın verimi yılda bir şiiri aşmıyor. Elbette ki hayatı boyunca şiirle uğraşmış bir şair için kusur bu. Fakat nedir ki, her şiirinin kendi şairlik çizgisinden aşağıya düşmeyişi, Tanpınar’ın kısır olduğu ölçüde ters orantılı olarak etkin olabilmiş bir şair olması, az yazmasını bir dereceye kadar unutturuyor. Böyle olunca Tanpınar’ın bu tarafı üzerinde durulmamak, durulursa da başka bir açıdan bu tarafını ele almak gerekiyor.

Tanpınar’ın şiir dünyası, sınırlı, dar bir dünya. Alışılagelmiş deyimiyle Tanpınar “Fildişi kule” şairi. Hemen hemen Haşim’den aldığına kendisi pek bir şey eklemiyor. Batılı ustalarının etkileri de bu dünyayı genişletmiştir denilemez.

Şiirlerinin konuları duyguları belirli, bilinen tekrarlanan konular: Zamanın geçmesi, eşyanın kalıcılığı, akşamlar, İstanbul sayfiyelerinde geçmiş günlerin tadı. Bu şiirlerin okuyucuya tanıttığı kişi, kitapları, üç beş sevdiği dostu ile kendi köşesinde yaşamayı seven bir kimse olarak görünür. Aradığı, bu dünyadan beklediği, bir parçacık “huzur”dur, o kadar.

Gerçekten Tanpınar’ın dünyası bu kadar dar mıdır?

27 Mayıs hareketinden sonra yazılmış yazıların en güzellerinden biri onundur. Çoğu şairler, hareketi şiirle selamlamışlardır. Tanpınar bir gerileme devrinin acısını o günlerde Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir yazısıyla boşaltmıştır.

Onun Tevfik Fikret hakkında yazdıklarını okuyun. XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’ni okuyun. Daha bunun gibi düzyazılarında, bir düşünür olarak, incelediği edebiyat anlayışını, devrin sosyal yapısı, genel düşünce akımları ile bağlantılı olarak açıklar. Belki de yukarda adını verdiğim iki eseri, benzerleri arasında en derli toplu yazılmış eserler sayılmak gerekir.

Fikret’in heyecanlarını, isyanlarını Tanpınar kadar iyi anlamış bir şairin kendi şiirlerinde bu türlü isyanlara, heyecanlara yer vermeyişi nedendir? Yazar olarak, düşünür olarak, Tanpınar hiç de etrafında olan bitenle ilgisiz bir kimse değildir. Şiirini eninde sonunda tükenen üç beş dar konuya hapsetmesi neden ileri geliyor?

Tanpınar’ın bu tutumunu iki sebeple açıklamak mümkün. Ya şairliği her türlü duygularını, düşüncelerini açıklayacak güçte değildir. Ya da Tanpınar, düşüncelerini ancak düzyazıyla açıklayabileceğine, her düşüncenin şiire konu olamayacağına inanıyor. Böyle olunca da sırasında şiire, sırasında düzyazıya başvuruyor.

Fakat şiirleri üzerinde durulursa böyle bir ayırımın yanlışlığı kolaylıkla anlaşılabiliyor. Tanpınar’ın şair olarak da bir düşünce dünyası var. Şiirlerinin belli başlı konusunu zaman meselesi kaplıyor. “Ne İçindeyim Zamanın”, “Bendedir Korkusu”, “Siyah Atlar” gibi şiirlerinden başlayarak, “Bursa’da Zaman”, “Bir Gün İcadiyede” gibi şiirlerine kadar, söylediği sözler, diziler hep düşünce ürünüdür, gerekirse düzyazıyla da söylenebilecek düşüncelerdir. Tanpınar, çokluk tabiatın, eşyanın kalıcılığı yanında kişinin ölümlülüğünü düşünür. Hayat hakkında şiirlerinde düşündüğü:

Bir başka gözle bakarsın ömür denen uykuya
                                          (Bir Gün İcadiyede)

gibi sözlerdir.

Araştırılırsa Hegel’den önce gelmiş düşünürlerin didik didik ettiği düşüncelerdir bu konular.

Şu halde, düşüncenin şiire konu olamayacağı savına dayanan bir şiir anlayışının doğruluğunu kabul etmek güçtür. Hegel’den önce gelen düşünürlerin kafa yordukları meseleler nasıl şiire konu olabiliyorsa, Hegel’den sonra gelen düşünürlerin ilgilendiği meseleler de öylece şiire konu olabilirler.

Şiiri birtakım ölümsüz sanılan konulara özgü sanıp, düzyazıyı şairin kendini daha yakından ilgilendiren konulara ayırması, olsa olsa Tanpınar’ın şiirlerinde olduğu gibi, sanatçının kişiliğinde bir çelişme, birbiriyle bağdaşmaz bir ikilik yaratır. Sanatçı, şair olarak başka düşünceler, yazar olarak başka düşüncelerle uğraşır duruma düşer.

Burada, her düşüncenin şiire konu olamayacağını savunan şairler için bir özür hatıra geliyor. Dilimizin henüz her düşünceyi açıklamaya yeterli, kararlı bir dil olmayışı, gelişme halinde olması, şiirin ise deneme döneminin geçirmiş bir dile dayanması gerektiği. Fakat bu özürün de savunulan anlayış karşısında yetersizliği açıktır. Günümüzün şairini düşündüren meselelerin şiirlere konu olup olamayacağı meselesi başka, dilimizin bu meseleleri şiirle açıklamaya yeterli olup olmadığı meselesi başkadır. Bizim Divan edebiyatımızın da, halk edebiyatımızın da bir şiir dili vardır. Her iki edebiyatımızın da konuları sınırlıdır. Bir taraftan böyle somut, humaine olmaktan uzak eski edebiyatımızla bağlarımızı kesip, Batı anlayışına uygun bir edebiyat kurmak isterken, bir taraftan da eski edebiyatımızın şiir diline bağlı kalmak, kendiliğinden şairin verimini köstekler, günümüzün şairini, bir başka yönden, Divan şairinin, halk şairinin dar dünyası içinde bırakır.

Tanpınar’ın şiiri için de böyle demek haksızlık olmaz. Tanpınar “şiir dili” ile yazıyor. Kullandığı şiir dili de bizim eski şiir dilimiz. Eski şiir dilimizin şiir yükü kazandırdığı kelimelerden faydalanıyor. Sık sık kullandığı kelimeler: Rüya, ufuk, mercan, sonsuzluk, hülya, ayna, gül, billûr, rüzgâr, sükût, zaman, renk, uçuş, fecir gibi kelimeler. Bu kelimelerden birini ya da ikisini üçünü her şiirinde bulabilirsiniz. Örneğin, rüya kelimesi, kitabındaki 37 şiirinde 19 defa geçiyor. Hattâ “Bursa’da Zaman” şiirinde bu kelimeyi üç defa kullanıyor.

Son kuşak şairleri ile Tanpınar’ın şiir anlayışı arasında bu bakımdan bir birlik var. Son kuşak şairleri de kendi aralarında bir “şiir dili” ile anlaşıyorlar. Onlar, şehir adlarını, yabancı adları kullanmaktan hoşlanıyorlar. Sık sık Babil diyorlar, Anadolu’nun il ilçe adlarını sayıyorlar. İsimleri sıfatla birlikte kullanmakta şiir buluyorlar.

Son kuşak şairleri ile Tanpınar’ın şiir anlayışı arasında bir karşılaştırma yapılırsa, Tanpınar, anlayışının gereklerine daha çok uyuyor. Şiir diline dayanan bir edebiyat, konuşma dilinden ayrıldığı ölçüde hayattan kopmak, şekilci olmak zorundadır. Tanpınar’ın şiirleri ölçülü uyaklı, sağlam şiirler. Ne bir kelimesini çıkarabilirsiniz, ne de bir kelimesini değiştirebilirsiniz. Ayrıca ilk kelimesinden son kelimesine kadar gelişen, bir bütüne ulaşan şiirler. Örneğin “Bir Gül Bu Karanlıklarda” şiirini okuyun. Bu şiirdeki dörtlükler, halk edebiyatının dörtlükleri değildir. Bir konuyu geliştirir. Şairin dörtlüklere verdiği sıra, gerekli, bütünü geliştiren bir sıradır. Son kuşak şairlerinin şiirlerinde ise çok defa bu yok.

Bunun içindir ki Tanpınar, diliyle eski edebiyatımızın şiir dilini aşamamış da olsa, az sayıda şiirleriyle gene de yeni bir şair kalıyor. Şiirleri, ilk karşılaştığımız gündeki zevkle okunabiliyor.

Kendi payıma, konuşma dilinden ayrı bir şiir diline karşıyım. Fakat bana kalırsa, son kuşak şairleri Tanpınar’ın şiirleri üzerinde durmalılar. Onun şekil anlayışı dışında, şiir diliyle sağlam şiirler yazılabileceğini sanmıyorum.

                                                                        (Varlık, Sayı 548, 15 Nisan 1961, s. 153-157)