Bir Sayfa Seçin

HAFTANIN KİTABI: YAHYA KEMAL

Memet Fuat

Kendi Gök Kubbemiz‘in yayımlanması edebiyat alanında umulan yankılan uyandırmamıştı. Eski Şiirin Rüzgârıyla daha da sessiz geldi. Bir bakıma kötü, ama bir bakıma da iyi, şair için. Yahya Kemal uzun yıllar hayranlarından, ken­disini olduğundan büyük gören, gösterenlerden çok çekmiş, onların ağırlığını taşımak zorunda kalmış bir sanatçıydı. Boş övgüler, şişirmeler bir yandan, kıs­kançlıklar, gereksiz yergiler, saldırılar bir yandan… Şairin gerçek değerinin, öne­minin ortaya konmasına, eleştirinin işlemesine engel oldu. Onun için de bu yankısızlık, sessizlik bir bakıma iyi, diyorum, şair için…

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kitabını elime alırken hayli umutluydum. Ama onun bile -yazdığın günlerin havasından kurtulamayarak- bir övgü çemberin­den çıkamadığını gördüm. Basit, kolay bir övgü değil, son yılların en değerli, en güçlü edebiyat tarihçilerinden olan, ayrıca şairliği, romancılığı ile sanat çizgisi­nin altına hiçbir zaman düşmemiş bir yazarın övgüsü. Baştaki kısa yazıda, “Ona kendi sevgimden bir türbe yapmak için,” diyor Ahmet Hamdi Tanpınar. Bu sev­gi yüzünden de – ne yazık ki Yahya Kemal, kendisine eleştirinin türbesini yapabilecek nitelikteki eleştirmenlerin belki de en başta gelenini yitirmiş oluyor.

Kitabın daha başka kusurları da var, dağınık, düzensiz, oransız. Ama bunla­rın sözünü etmemek gerekir, çünkü “Yahya Kemal’in sağlığında yazılmış maka­lelerin” genişletilmesiyle hazırladığı eserine son biçimini vermek fırsatını bula­mamış yazar. Ayrıca, bulabilse de o dağınıklıktan, düzensizlikten, oransızlıktan kurtulma çabası gösterir miydi? Sanmıyorum. Öyle bir tarz seçmiş. Kitabın tadı biraz da bu kusurlarından geliyor. Eleştirmenin sanatçılara yaraşan bir savruk­luk içinde kendini konuya kaptırması. Öyle ki eseri baştan sona büyük bir rahat­lıkla okuyuveriyorsunuz. Meraklı bir roman okur gibi. Elinizden bırakmak, ara vermek istemeden. Bunda üslûbun da etkisi olsa gerek. Kitabın sonuna eklediği kısa yazıda, Prof. Dr. Vehbi Eralp, “Tanpınar’ın nefis ve akıcı üslûbu” diyor… Sözcükleri seçişinde, cümlelerini yoğuruşunda, “ve”lerin yuvarlaklığına sığını­şında, sevmediğim, sevemeyeceğim türlü üslûp oyunlarına girişinde, Ataç’tan bu yana gelişen kuşağın anlayışından çok uzaklara düşen, çok gerilerde kalan Ahmet Hamdi Tanpınar için, H. Vehbi Eralp’in sözünü kabul etmek zorunda­yım. Çağdaş eleştiri anlayışımızın elindeki ölçülere göre “yapılması gereken” onca işi yapıp gene de “nefis ve akıcı” bir üslûba ulaşmakla sanatın gücünü du­yuruyor Ahmet Hamdi Tanpınar. Bu noktada eleştirmenin elinden gelen, ölçü­lerini bir yana bırakıp sanatçının sunduğu tatlara açılmaktır.

Kitapta bölümler yok. Gene de üç bölüm denebilir. Birinci bölümde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Yahya Kemal’in kişiliği karşısındaki yaşantılarını, ikinci ve üçüncü bölümde ise bir yakın çalışma yönteminin şiirlere yönelişini buluyoruz. Şunu da söyleyeyim ki Yahya Kemal bu kitapta -kimilerinin sandığı gibi- çağı­nın içine oturtulmuş, öyle ele alınmış değil. Bir kültür ile edebiyat ortamının içi­ne oturtulmuş, o kadar.

Okurlar Ahmet Hamdi Tanpmar’ın Yahya Kemal’inde bulamayacakları şeyle­ri özleyerek başlamazlarsa, bir sanatçının başka bir sanatçıya “sevgisinden bir türbe” kurduğunu bilerek yola çıkarlarsa, düş kırıklığına uğramayacaklardır sa­nıyorum. Yoksa daha kitabın yirmi ikinci sayfasında -hiç gereği yokken- Yahya Kemal için “Bizim en büyük şairimiz şüphesiz odur” deyiveren; yüz yirmi birin­ci sayfada bunu unutup, “Baki ile Fuzuli şüphesiz en büyük şairlerimizdir” di­ye büyüklük dağıtmakta şaşkına dönen bir eleştirmenin savruklukları arasından eserini yerecek kusurlar, aksaklıklar bulup çıkarmak çok kolay.

(Yön, 27 Mart 1963)