Bir Sayfa Seçin

AHMET HAMDİ TANPINAR

Melih Cevdet Anday

Son görüşmemizde, aşağı yukarı bir ay oluyor, Ahmet Hamdi Tanpınar’a, çok sevdiğim “Bütün Yaz” adlı şiirinin bir sözcüğünü kitabında neden değiştirdiğini sormuştum. Kim bilir, her görüşmemizde o şiiri anmamdan belki de sıkılmıştır. Yenilerin, en yenilerin değil, bizim kuşağın, kendisini ıska geçtiği kanısında idi sanırım, bu yüzden de bütün şiiri üzerinde değil, şiirlerinde biri ya da birkaçı üzerinde durulmasına, içinde belli belirsiz bir yadırgamanın gizli olduğu, ama görünüşte alçak gönüllülüğe benzeyen bir sessizlikle bakardı. Gerçekten de Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiiri, bizim yaşadığımız akımlar içinde, taşıdığı çeşitli nesneleri ivecenlikle kapmış götüren bir suyun hızından ayrı düşerek, nasılsa bir çalılığa , bir taşa takılıp kalmış, oracıkta tek başına direnen pırıl pırıl ama gözlerden uzak bir çiçeğe benzerdi. Böyle ozanca benzetmeli bir tümceyi yazmamın nedeni de, belki, şu anda kafamın onun kişiliği ile dolmuş olmasıdır. Nurullah Ataç olsaydı: “Edebiyat dışı kalmıştı” der geçerdi, öyle de dedi. Yalnız bizim kuşakla bizden sonrakiler için değil. Ahmet Hamdi Tanpınar, kendi kuşağı içinde de biraz öyle kalmıştı. Ancak bu durumu belirtmek, hiç de Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sanatını küçümsemek anlamına gelmez. Gerçekte Ataç da “Edebiyat dışı kaldı” derken, Tanpınar’ı övmek istemiş, gözlerimizi onun şiirine çevirmeyi düşünmüştü. Gününün bol bol söz konusu olan, ünü daha yaygın ozanları yanında, bir sessizlik, bir unutulmuşluk örtüsü içine kapanmış sanatçıların, çilelerini tek başlarına, üstelik bir ilgisizlik içinde sürdürüp götürmelerinde, sanata ve kişiliklerine inanç bakımından yüce bir yan vardır.

Bu türlü ozanlar bende sadece saygı uyandırmakla kalmamıştır, onları okuyup tanıdıkça, sanatın şiirin, sanatçıdan, ozandan ne denli karşılıksız bir serdengeçtilik istediğimizi düşünmüş, buna varmanın eşsiz tadını düşlemişimdir; öyle ki, onca yıllık emek boşa gitse, bir başarıya erilmese de ne çıkar! Gerçekte sanatta başarıya ermek ne demektir? Üne şana vermek, çalışmanın ürünlerini toplamak diye gösterilen şeyleri bir yana bırakırsak, sanatın sanatçıya sağladığı başarı, kolayca tanımlanabilen bir şey olmasa gerektir. Bugün düşünceleri, sezgileri, duyguları, az ya da çok etkilememiş bütün sanatçıların ozanların yarınları üzerinde kesin yargılar vermekten bir ölçüde uzak durmalıyız. Çünkü zamanın neyi, ne biçimde yeniden değerlendireceğini şimdiden kestiremeyiz. Bir sanatçı, bir ozan, yaşadığı günün sanatına, şiirine karşı takındığı davranışla, daha açığı, geçmişten gelip ileriye doğru giden ve bütün sanatçıların birer emekçisi bulundukları, çok yanlı fakat gene de ortak sanata kattığı ile vardır. Bu ise, bizim nerden, nasıl oluştuğunu kesinlikle bilemeyeceğimiz değişken güzel kavramı ile kolayca değerlendirilmeyecek bir çabadır.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sadece unutulduğu değil, beğenilmediği günler de olmuştur. Ama Ahmet Hamdi Tanpınar bilgi, sanata inanç ve sabırla yüklü kişiliğinin koruyuculuğuna güvenmesini bilerek, sanatının ona vereceği mutluluğu da, belki sessizce ama yaşamıştır sanıyorum. Gürültüden adının duyulmadığı dönemlerde hayranları arasında en katıksız aydınlar yer almışlardır. Özenle geçen yıl yayımladığı şiir kitabının çevresinde haklı bir ilgi, bir değerbilirlik toplandığını gördü.

Kitabını basan Hüsamettin Bozok, Tanpınar’ın provalar üzerinde yeniden değiştirmelere kalktığını, provaları evinde günlerce alıkoyduğunu söylüyordu. Gerçekten de Ahmet Hamdi Tanpınar, ilk yazdıklarından son yazdıklarına değin bütün şiirlerini bıkıp usanmadan bir daha, bir daha gözden geçirirdi. Buna bakıp da, demek o şiirler bitmemiş, olmamış son biçimlerini almamış diye düşünmek pek ucuz bir yargı olur. Gerçekte o, eski olsun, yeni olsun, bütün şiirlerini, belki de doğrusu bir şiirini, değiştire değiştire her an yaşayan, şiirine bir canlı niteliği vermek isteyen, böylece zamanı sadece şiirlerinde değil, yaşamında da “yekpâre, geniş bir an” durumuna getiren bir ozandı. Sabahattin Eyüboğlu, Tanpınar’la gene o konuşmamız sırasında, “Hamdi’nin şiirinde zaman sorunu vardır” darken bir gerçeğe dokunuyordu.

Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında
Yekpâre, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında

Benim o çok sevdiğim “Bütün Yaz” şiirinde kitap basılmadan önce,

Sanki mehtaplı gecede
Hülyan, eşiği aşılmaz
Bir saray gibiydi bize

Parçasının bir yerini değiştirmiş, o parçayı:

Sanki mehtaplı gecede
Hülyan eşiği aşılmaz
Bir saray olmuştu bize

biçimine sokmuştu. Bunun nedenini sorunca: “Sanki ile gibi’yi bir arada istemedim” dedi. Ben de daha sonra gelen “Hapsolmuş gibiydim bense” dizesindeki “olmuş”un, “Bir saray olmuştu bize” dizesine yeni giren “olmuştu” ile takışacağını söylemiştim. Kim bilir, o takışmayı yadırgadı ise, belki de şiiri yeniden düzeltmeye kalkacaktı.

Tanpınar’ın şiiri için “düşünce şiiri” diyenler vardı; doğrusu o deyimi pek anlamıyorum. Sonra, zaman gibi bir kavramı sık sık ele alıp işlemesi, genel olarak duygularla duyarlıklarla örülü şiirimizin içinde, onun şiirine felsefi diyebileceğimiz bir görünüş veriyordu. Sözcüklerle bıkıp usanmadan uğraştığını bilmemiz de, onun böyle bir özelliği olduğu kanısını oldukça güçlendirir. Ancak, özenle son yıllarda onu sık sık yatağa düşüren hastalığının bir ateş nöbetini anlatırken, arkadaşlarından birine “Ateşim kırka kadar çıktı da bir mısra bile gelmedi” demesi, esini (ilhamı) yadsımadığını, tersine ona çok genç bir ozanın ya da ağu (zehir) kullanan birtakım Ondokuzuncu yüzyıl Fransız ozanlarının düşkünlüğü ile düşkün olduğunu, böylece şiiri, us yolundan değil, gene de gizleri bilinmez kaynaklardan rastlantılarla çıkarmak istediğini gösterir diye düşünüyorum.

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.

 

(Yeditepe, sayı 56, 1-15 Şubat 1962)