Bir Sayfa Seçin

TANPINAR’DA ABES DUYGUSU

Fikret Ürgüp

Ölümünün yıl dönümünde rahmetli Hamdi’yi çeşitli anılarla anmak müm­kün. Şu var ki, daha Önce Yeditepe’de çıkan iki yazımda onun eserini değil de, ki­şiliğini anlatmıştım. Şiirlerini inceleyim derken şair portresini çizmişim. İkinci yazım Saatleri Ayarlama Enstitüsü üzerine olacakken, araya onun ölümü girmiş, ben de onun hakkındaki duygularımı yazmıştım. Eserleri üzerinde istediğim gi­bi durmak fırsatı olmamıştı. Yine de onun şiirinin ve başka eserlerinin dikkatle incelenmesi işini, edebiyat alanında yetkili kişilere bırakıyorum. Bu yazıda Tanpınar’ın bir görünüşü ve ondaki “abes” duygusu üzerinde duracağım.

Benim mesleğim insanın konuşması kadar, görünüşüne, yüz ifadesine, dav­ranışlarına bakıp mâna çıkarmaktır. Tanpınar da bakıp görmesini bilirdi. Birbi­rimize bakışlarımız aramızdaki bağları kuvvetlendirmişti.

Her ne ise! Önümde benim resim sergimde çekilmiş olan bir fotoğraf var. Tanpınar, ressam Sabri Berkel ve ben. Sabri Berkel bana bir şey soruyor olacak. Fotoğrafta onunla beraber profilden görünüyoruz. Yüzlerimizden pek mâna çıkmıyor. Hamdi karşıdan bakıyor ve konuşmayı öyle bir dikkatle, ilgiyle ve kendine mahsus humour’la dinliyor ki, gözünden hiçbir şey kaçmadığı belli. Se­vimli bir şeytana benziyor.

[Fikret Ürgüp’ün sözünü ettiği fotoğraf için tıklayınız.]

Söylediğim gibi, bakmasını bildiği görülüyor, dinlemesini de çok iyi bildiği gibi. Şair mizacı kendini dinlemek değil sadece, çevresiyle ve öteki insanlarla son derece ilgili. Dalga geçmenin tam aksi uyanık bakışı var.

Kaşları sceptique (şüpheci) ince bir şaka, tatlı sert bir tenkit veya özel bir bu­luş çıkmak üzere olan dudaklarında inanmakla ciddiye almamak arasındaki tereddüt var. Yüzünün sağ tarafındaki kıvrımlarda, onun şeytani diyeceğim abes’in (absurde) ifadesi var. Bu yüzden, çoğu zaman olayları ve sözleri ciddiye almaz görünür, kendisiyle alay eden bir hali olurdu. Başkaları onun bu mahviyetkârlığını yanlış anlar da meselâ şiirini küçük görecek olurlarsa, birdenbire durum değişir ve Hamdi, karşısındakini yerine oturtmasını bilirdi. Hamdi’nin şiirinden başka bütün eserlerinde “absurde”ün payı vardır.

Şiirinde, “absurde” değil de imkânsızlık ve zamanla mekândan ayrılış var­dır.

Huzur romanında aşk vardır, tabiat vardır, düşünce vardır. Bütün bunların yanında, aşkı hisseden roman kahramanı, yer yer kendini ciddiye alamaz ve “absurde” duygusundan kurtulamaz.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü absurde’ün romanıdır ve bunu, çevremize ve kur­tulamadığımız bir zihniyete aksettirmiştir. Abdullah Efendi’nin Rüyaları absur­de’ün gerçekle karıştığı sürrealist hikâyelerdir.

“Absurde”den şüphecilik ve inançsızlık mânası çıkarılmamalıdır. Hamdi, insanlara hürmet eder ve inanırdı, kendisine de inandığı gibi. Fakat insan durumundaki “absurde”ü hissetmekten kurtulamazdı, içindeki şeytan da buydu. Onun eserine olduğu kadar başkalarıyla münasebetlerine de karışan bu duygu nerden gelmişti bilmem. Modern edebiyatta, Kafka, Sartre, Camus ve başkala­rında rastlanan bu “absurde” duygusu, Hamdi’yi de bu gibi yazarlara bağlar. Adı geçen yazarlar ve benzerleri, artık herkesler gibi âşık olamaz, felsefeye ve bilime başkaları gibi kapılamazlar. Hamdi’yi kurtaran şiire ve kendi şiirine inan­cı idi. İşte o fotoğrafın düşündürdükleri.

(Yeditepe, sayı 79,16-31 Ocak 1963, s. 9)