ŞAİR
Fikret Ürgüp
Simenon’un La neige était salé piyesinde, çevresine ancak kötülükle intibak edebilen ve bizlerin soyumuzdan olan Frank’ın babası, oğluna bir tek laf söyler, Frank’ın hayatı kapatıldığı zaman, “İnsanlık mesleği güç meslek oğlum” der. Ahmet Hamdi bu güç mesleği bütün güzellikleri ve bütün çilesiyle yürütüp de sanki hiç güç değilmiş gibi gösteren aadamdır. Yüzündeki çizgiler işte, hikâyesini okutur. Üstelik şair, şair olarak, insanlığını yaşar. İnsanlığı yayar. Herkesle beraberdir. Ben heyecanlı düşünce ile yazdığımı kabul ederek diyebilirim ki Hamdi bizimle kaynaşırken, asıl insanlık âbidesine bir şey ilâve etmek istiyordur.
Bu yüzden de bütün tesirleri, tepkileri hattâ başkalarından almaları kabul eder. Çünkü yolu büyüktür. Herkesle beraber olduğu için herkeslere veremez ama, benim tanıdığım hiçbir kimseyle kıyas olunamayacak kadar yayılmıştır. Bunu söylediğim zaman kendisine, boynunu içine çekti. Anlaşılması güç bir gülümsedi.
Ne kadar sever insanlığı! Ben böylesini görmedim. Hem de iddiasızdır. Üstelik şair. Yani kelimelerden yeni bir âlem yaratmak peşinde. Bu da güç bir meslek, ama insanlık kadar değil.
Ondaki insan sevgisi müsamaha demektir. Karşısındaki gibi duymak, üzülmek ve sevinmektir. Tam ötekisinin duygularıyla. O kadar açıktır ve o kadar yakınlaşır insanlık ailesine. Yayılmış olduğu için de belki çok yalnızdır. Bu kadar çok sevgiyi bir tek kişiye bağışlayamadığı için bekâr ve yalnız.
Korkuyorum ve benzetmek istemiyorum. Benim duygularımda Sait Faik’le birleşen bir tarafları var. O gitti, Hamdi kalsın istiyorum.
Hamdi bugün Türkiye’de eşine az rastlanan kendi kendini yetiştiren insanlardan biridir. İnsanlığı merak ettiği için, araştırmış, okumuş, kendini yapmıştır. Bu yolda yürürken insanlık ölçüsünün en yüksek basamaklarındaki şairlere takılmıştır. Baudelaire, Valéry, Mallarmé. Valéry ile tuhaf bir alışverişi var. Valéry ki ölürken “En güçlü duygularla yaşamaktı” der. Hamdi de onun için mi bilmiyorum, yahut da tam aksine mi, duygularından, yahut da ondaki insan sevgisinin dayanılmaz şiddetinden kurtulmak için zekâyı seçmiştir. Rüyanın ilham payı çok olsa da zekâ ile işlenmiştir.
Şiiri Valéry ve Mallarmé soyundandır. Şu var ki, yüzden yüz bizden, İstanbullu, Türkiyeli, şarklı olduğu için silkememiş hassasiyeti, inceliği, bir tuhaf dokunaklı oluşu. Halbuki istemiş Valéry gibi, Mallarmé gibi kelimelerden mücevher işlemeyi.
Burada; onun şiirinden söz açmak istemiyorum. Kendisini anlatmaya çalışıyorum. Yine de, ne söylesem adi olacak. Ona “tatlı adam” denir mi mesela? Tatlıdır sahiden ama bu deyiş onu kalıplandırmaz. Yanına sokulanlara rahatlık verir. İncedir. Unuttuğumuz bir zamandan miras kalmış sanki. İncedir çünkü ötekilerden sorumlu gibidir. Üstüne almış insanlık ailesinin dertlerini, sevinçlerini. Onlarla paylaşıp durur. Bu davranış öyledir ki havuzun suyuna atılan bir taş gibi halkaları yayılır da yayılır. Hamdi’nin bir davranışı, bir lâfı, bir yüz ifadesi, sevgi ve anlayış yayar çevresine. Bu kadar verebilen insan onun için yaşsızdır.
Yirmi bir senedir tanıyorum. O subaydı, ben gemi doktoruydum. Elinde Bernard Shaw’un piyesleri vardı. Ben bir lâf attım. Takıldık birbirimize. Dost olduk. Ondan beri dostluğumuz bozulmadı. Zaten Hamdi’nin kimseyi kırdığını bilmiyorum. O belki de işlemediği suçların azabını çekiyordur. Bazan yüzünden öyle okunur. O zaman yüzünü başka türlü çizgiler kaplar. Ama, gözlerinin içi ne ılıktır. Bir öksürür, kendini toplar, sizinle beraber olur hemencecik. Beraber olunca yalnızlığından kurtulur. Şiirini yarıda bırakır. Çünkü o zaman insanlık şiirini yaşıyor; ona iştirak ediyordur. Siz rahatlayıp gittikten sonra zekânın şiirini yazmaya devam eder. Sanki bu kadar bulaşmaktan ve yıkılan bir insanlık için cefa çekmekten kurtulmak, insanın aslında büyük ve yaratıcı olduğunu yaymak ister gibi. Bu amacına ne kadar vardığını bilmiyorum. Onu edebiyat tarihçileri düşünsün ve incelesin. Ben onu bu yolda görüyorum.
Malraux’nun hatırlattığı büyük aydınlatıştan, insan kolunun gökyüzünü keşfederek kendi hesabına mırıldanışından beri kurulan âbideleri hatırlıyorum. Oraya bir taş koymak amacı yahut da bir imzacık.
Bu amacın yanında, gerçekle bu kadar bağlılık, ayni günü gününe insanlığın sevinçleri, kederleriyle onlar gibi duygulanmak? Anlaması zor.
Bir tek lâfta toplamak mümkün olsa, Hamdi için “merak ediyor” derdim. İlgilenmek, merak etmek huzursuzluk yaratır. Ama ölüme karşı gelmektir. Dünya ve insanları kendi başına keşfetmeye çıkıştır. Sahici şairin de öyle olması lâzım ki yeni bir âlem yaratabilsin.
Hamdi burayı, ötesini, insanlık encamını merak ediyor. Dünyamızı ve insanlarını öylesine seviyor ki, öteye gitmek istemiyor, bütün merakına rağmen istemiyoruz biz de öteyi kurcalamayı. Yaşamak ve mümkün olsa başkalarını kurtarıp yaşamak ve yaratmak amacı bizleri ayakta tutuyor.
Şair, edebiyat hocası, entelektüel Hamdi’nin dostlarının çoğu, ben de dahil olarak doktorlardır. Yani, ideal bakımından, insanlığa yardım etmek, dertlere deva bulmak, bunamayı ve hattâ ölümü geciktirmek yolunda savaşa girişmiş olmaları lâzım gelenlerdir. Hamdi ilkin bağışlar karşısındakinin bütün suçlarını, tersliklerini, zavallılığını. Sonra, onu alır sıcaklığına. İyi eder. Sahici doktordur.
Müthiş anlayışlı gözleri, satır satır okunabilen yüz çizgileri vardır. Kitabını karıştırırken gözünün önünden gitmediği için şiire değil de insanlığa ve ona takıldım. Şiir nedir, sanat nedir? Bir alay lâkırdı edilmiş. Diyelim ki kendi yaşadıklarından habersiz yaşayanlar yanında, olayları ve ötesini görüp de ancak birazcık bize anlatabilenler vardı. Başkalarına bu macerayı ancak özel sembollerle, yani kendi dillerinde anlatabilirler. Bunun da bir sınırı vardır. Bir yerden sonraya kadar gitmez, çünkü büyük aydınlanmadır. Tam tamına anlatılamaz ki. Hamdi’nin ustası Mallarmé’nin dediği gibi “Sanat, yapılmayandır. Şiir yazılmayandır.” Çok şükür ki yapılan bizlere yetiyor, yaklaştıkça aslına..
Ahmet Kutsi Tecer’in Varlık’da bir yazısı çıktı: “Zaman üzerine”. Bence dokunmuş yerine. Şairin farkına varıp ta içinde yaşadığı insan kaderinin zaman ile alışverişine. Ama, ben başka bir şey söylemek istiyorum. Şair Hamdi gözlerimin önünde. Tatlı gülümsemesi, kelimeleri ağzında çiğnemesi, anlayış ve sevgi dolu gözlerinin üstündeki bir tuhaf kaşları, zekâsı ve sonra tabii olduğu kadar, rastlandıkça insanı sarsan o mesele; ruhu ile.
Okuyuculara, Hamdi’nin şiirlerini değil sadece, hikâyelerini, Beş Şehir’i, On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi’ni candan tavsiye ederim. Ziyan etmez kâr ederler. Asıl kendisini tavsiye ederim. Ama, daha dün gördüm. Bırakın kendi âleminde. Rahatsız etmeyelim. O da değil. Yine de, pis dünyanın bin bir çelmesini yiyerek duymak ve düşünmek bizim için güç gelen bir duruma düşmüşseniz, kapısını çalan. Şöyle bir insanlığa dönersiniz ve sevinirsiniz.
(Yeditepe, sayı 43, Temmuz 1961, s. 4)