Bir Sayfa Seçin

ŞAİR ve ÇEVRESİ

Fikret Âdil

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Şiirler’i Yeditepe yayınlarından çıkmış bulunuyor.

Kitabı elime aldığım zaman bir hâdise olacak zannettim. Nasıl “non-figüratif” resim taklitçiler elinde onun gerçek yaratıcılarını silecek kadar seyirciyi rahatsız edip belli ölçülere dönülme ihtiyacını doğurmuşsa, yıllardır beklenen bu kitap da öyle yapacak sanıyordum.

Hayır!

Edebiyat âlemi dediğimiz çevreden tek yankı gelmedi. Bizde böyle bir âlem olduğu şüphelidir. Onun yerine küçük dedikodu toplulukları vardır. Düşündüklerini ancak fısıldayabilen, kıskanç, güzel bir şey karşısında onu ben yapamadım diye küçümsemeye kalkışan, hayranlığını belirtmeyi kendine yapılmış bir haksızlığı kabul etmek, güzeli yalnız kendi tarafından imal edilebilir bir yerli film sanan bir cüce devler topluluğu.

Evet! Bizim edebiyat âlemimiz üç beş hiciv –çok da başarılı hiciv- ile sekiz, on fıkradan ibarettir. Bunlara, Maarif Vekâleti ile peşin anlaşmalarla hazırladıkları edebiyat tarihi ve seçmeler yayınlayan öğretmenleri de ekleyebiliriz. Onun için, şiirin edebiyatın topluluk dediğimiz yığın içinde kayıtsızlık bataklığında boğulmakta olduğunun kimse farkında değildir. Bataklığın kenarına ayaklarını sallandırıp oturmuş, ellerinde pahalıya satılmış ucuz kitaplar bir sürü kapıcıdan ucuza tercüme ettirilmiş pahalı romanlarla B. B. veya Diba başlı, açık benizli, yetişmemiş veya gecikmiş tazelerden, yitirilmiş bir dilin iki, üç yüz kadar tilciğin yer ve sıra değiştirerek:

– Var! Şairde, sanatçıda etki arayan birkaç eleştirmeci.

Amma bunu aramalı mı? Neden olmasın? Yalnız, şair denilen duygulu yaratığın kendinden önce gelenlerin etkilerinden uzak kalmasını nasıl isteyebiliriz? Bu nadir kuş, onlara baş çevirse, onları duymasa şair mi olurdu yoksa bakkal! Şiiri komşu kızlarına verilmek üzere ilham perilerinin ay ışığı ile pencereden uzattığı söz demeti sanan, veya elinde saz kahve kahve dolaşan âşıkların lehçe sızlanışlarında gören ve “edebiyat akrın doyurmaz” diye çocuklarına öğüt veren yığınlara rağmen yine de bakkal olmazdı.

TANPINAR ve ZAMAN

Yıllardır beklendikten sonra, Ahmet Hamdi Tanpınar kırk kadar şiirini bir kitapta toplayarak yayınlamış bulunuyor.

Ahmet Hamdi’nin bunu yapmakta gecikmesi ister istemez Yahya Kemal’i hatırlatmaktadır. O, bir türlü tereddütlerini yenememiş, sağlığında bir kitap yayınlayamamıştı. Şiirlerini bitmemiş sayar, kelimeleri ve mısraları değiştireceğini söylerdi, kendisine yapılan bütün teklifleri bu sebeple başka zamana, uzağa atardı.

Otuz beş yıldan beri şiirlerini dergilerde okuduğumuz Ahmet Hamdi Tanpınar da Yahya Kemal Beyatlı gibi, ona hayranlığından olduğu kadar tereddütlerini de benimsemesinden, şiirlerini bir araya getiremiyordu. Fakat işte, kararını ve bir genç şair gibi ilk kitabını da vermiş bulunuyor.

Bir genç şair gibi, dedim. Ahmet Hamdi Tanpınar, kitabının ilk şiirinde “poetika”sını verirken kendini de şöyle anlatıyor:

Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında
Yekpâre geniş bir ânın

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim
Mavi masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.

Sonuncu kıt’anın Yahya Kemal Beyatlı’nın “kökü mâzide olan âtiyim” sözünü hatırlatan ilk mısraları ile Ahmet Hamdi Tanpınar, şiirin hem zaman, hem etki ve mektep sınırları dışında, hem de içinde olduğunu “gizlice” açıklıyor.

Fakat Tanpınar’la beraber, yine de zaman içinde, gerilere dönebiliyoruz. Onun şiirlerinde, insanın sosyal baskılarını, günümüzün zorluklarını unutmaya çağıran sesler var.

Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak
Rüyaların kadar sade, güzeldin
Başbaşa uzandık günlerce ıslak
Çimenlerinde yaz bahçelerinin.

Ne güzel o bahçeler… derken insanın aklına, bir şairin “bontade”i gelmiyor değil:

  İndim yârin bahçesine
Parsellenmiş!

 Şunu demek istiyorum ki, Tanpınar’ın şiirini tadabilmek için onun “zamanına” girmemiz gerekiyor, hani ispritizme kitaplarında mediumların göğüslerinden bir yumuşak maddenin çıktığını ve uyuduklarını gösteren fotoğraflar vardır. Tıpkı onlar gibi.

Yetmez mi bu müjde sana
Aydınlatırsam alnın
Ben her rüyayı zamana
Taşıyan yıldız kervanı!..

Elbette yeter, hem de bu kadar güzel söylenirse.

Buna rağmen, zaman onu icat ettikten sonra yok etmeğe çalışan biz insanlar için yine de işliyor. Tekerlek duvarından gelip ses duvarını aştık, şimdi ışık duvarı karşımızdadır. Bütün bu gelişmeler içinde, her şeyin başı olan insanı şiirin savunması, mutlu geleceğini hazırlayacak yolda olması gerekiyor.

Fakat unutur göründüğümüz bir nokta daha var: İnsandaki ışık duvarı tanımayan, zamanı ortadan kaldıran muhayyile kudreti.

Tanpınar ondan belirtiler derliyor.

                                                                                                (Yeni İstanbul, 7, 8 Mart 1961)