AHMET HAMDİ TANPINAR ve ŞİİRİ
İbrahim Zeki Burdurlu
İnsanı, bulunduğu çevre, mensup olduğu millet, milletinin geçirdiği fikrî ve ruhî safhalara göre inceleyen, eser veren; bu eserlerle, başarılarını canlı olarak ayakta tutan sanatçılarımız vardır. Bu özellik çerçevesinde, kendi şahsiyetini ispatlamış olan Ahmet Hamdi Tanpınar, şiir ve nesirleriyle, bizim düşünce seviyemizi en alttan, en kökten tutarak en yeniye kadar safha safha gösteren ve bu seyir içinde bulunan karakterleri canlandıran bir yazardır. Onun şiirlerindeki taşkın benzetmeleri, fikirleri, hayalleri bulabilmek, anlayabilmek için eserlerinin hepsine iyice nüfuz etmek gerekir. Kendi dünya görüşünün yapıcısı olan “zaman” ve “zaman fikri” eserlerinin birinci plânda yer alan özelliğidir. Bu “zaman” kelimesinde, Türk milletinin geçirdiği uzun yılları içine alan zaman bahis konusudur. Öyleyse buna “tarihî zaman” diyelim. İçinde, beşerî, fikrî mücadelelerle beraber, birçok şahısların manevî oluşlarının belirdiği bir zaman
A. Hamdi Tanpınar’ı, bu zaman içinde bulduğumuz sırada, kendisinin, o hünerle yapılmış cümleleri içinde kaybolup yerini sadece şiir olan cümlelere bıraktığını görürüz. Beş Şehir bütün bir zamandır. Bunlarda tarih, birikintiler, çakıllar, hayranlık veren olaylar bırakarak akan bir seldir. Bunlarda medeniyet, Türk’ün kader ve zekâsını en iyi yankılayan bir abidedir. Bunlarda bugün, istilâlar, uzun savaşlar, ölüm ve kalım cenklerinin bir sonucu, bir zaferidir. Bursa böyledir, Konya böyledir, Erzurum, Ankara, İstanbul böyledir. Tanpınar, bu şehir portrelerinde, şiirlerinde bulunan derin zaman fikrinin görünür pırıltılarını resmeder.
Bu şehirlerde nasıl bir geçmiş özelliği canlanıyorsa, Abdullah Efendi’nin Rüyaları’nda da her tipte geçmişe bağlılığın bir uzun macerası kendini gösterir. Doğu düşünüşünün belirli özelliklerinden olan kader kaygusu; insan ömrünün tespit edilmiş olaylarına hükmeder. “Evin Sahibi” hikâyesindeki hasta, vehimli hayatının bir panoramasını çizdikten sonra, bize, Ahmet Hamdi’nin üzerinde durduğu kader kaygusunu tanıtır. Onda, sanatçıyı, insan ömrünün bütün teferruatı ile pek yakından ilgilenirken görürüz. Geçmiş zamanın kalıntılarına büyük, ölçüsüz bir ilgi göstermesi, kendisini zorlu bir gözlemci yapmıştır. İnsan kaderini inceler, inceler; sonra hükmünü verdirir. “Geçmiş Zaman Elbiseleri” de böyledir.
Ahmet Hamdi, insanı, geçmiş yılların eşiğinde kucaklarken, bir anda, başının içindeki vehim dünyasını da keşfeder. Ona göre, her insanın muhakkak bir vehim dünyası vardır; her insan bu vehim dünyasıyla geçmişe sıkı sıkıya bağlıdır. Bitmeyen Mahur Beste romanı da öyledir. Bilhassa Huzur romanındaki Mümtaz, bu fikrimize tam ve açık bir örnektir. Mümtaz’ın birçok hareketlerinde, düşüncelerinde, şairin, geçmiş zamana ne kadar sıkı sıkıya bağlı olduğunu görüyoruz.
Büyük zaman düşüncesiyle yoğrulmuş olması, insanın en küçük hâtıra izine kadar inmesi, Ahmet Hamdi’yi bir tahlilci yapmıştır. İnsanın mihenge vurulmadık bir noktasını bırakmayan bir tahlilci. Şehirler, insanlar, hatıralar, eşyalar, hemen her şey, bu tahlil mihenginden geçiyor. Bazan, mistisizmin sınırlarından aşarak, vehimlerin eteğine değdirdiği sihirli değneğiyle bir insanın iç yüzünü öyle bir açıyor ki buna insan şaşıp kalıyor. Zaman fikrinin kudretli aydınlığı, her karanlık noktayı aydınlatıyor, her gölgeli şahsa ışık tutuyor.
Tamamıyla bu özelliklerle değilse bile, hemen hemen rüyalı bir âlemin meyvalarını tattıran şiirlerinde de Ahmet Hamdi Tanpınar’ı bu yolda görürüz. Gerçek zamandan yarı sıyrılmış olan zaman, düşüncesi, şairin birçok şiirlerinde etkili okşamasını duyurur. “Bursa’da Zaman”, Ahmet Hamdi’nin dilinde büyülü bir renge bürünmüştür. Şiirlerinde kullandığı kelimeleri, deyimleri, tamlamaları (ömrün tenha saati, ateşten çember, beyaz fecir, kanlı haber, çelik gaga, bulanık vehim, günlerin kızıl meyvası, rüyaların sarışın buğdayı, bir rüyadan artakalmanın hüznü, hatıra serinliği, gülen rüya, güvercin bakışlı sessizlik, bir fecrin zafer aynası, aydınlığın ikiz çocukları, tılsımlı bir uyku, yosunlu boşluk, yıldız sessizliği) bu şiiri de bir hoş rüyanın içinde bırakmıştır. “Bursa’da Zaman”, diğer zaman düşüncesini söyleyen şiirlerin (Raks, Defne Dalı, Ayna, Gül, Ne İçindeyim Zamanın, Bütün Yaz, Her şey Yerli Yerinde, Karışan Saatler İçinde, Musiki) başında gelir. Şehir portrelerinde, hikâye ve romanlarında gördüğümüz o usta zaman düşüncesi, bu şiirlerde doğrudan doğruya zaman mefhumu haline girer. Şair, gelip geçen zamanla beraber, bütün varlıkların tâbi oldukları zamanı söyler. “Bursa’da Zaman” da ise, zamanın yapılmak istenen tarih felsefesi, kendini daha açıkça, gösterir. Bu şiirde, tarih olan, medeniyet olan bir zaman vardır.
Bu hayalle uyur Bursa her gece;
Her sabah onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller,
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanad şakırtısından
Billûr bir âvize Bursa’da zaman.
Şair, zamanı söylerken kendisinin tabii söyleyişinden kaçıyor; edasına, zamanın o rüyalı, yarı aydınlık, yarı görünür çeşnisini veriyor. Tatlı, çekici yumuşak mısraların, bizde davet ettiği tek şey, gölgeli bir rüya âlemidir. Sevimli fısıltılar halinde konuşurken şair, biz onun peşinden hep güzel sesler, güzel hayaller bulmak için koşuyoruz. Tamlamalar, benzetmeler hep kendi özel dilinin eseridir. İşte, zamanın bir ânı:
Her şey yerli yerinde; masa sürahi bardak…
Serpilen aydınlıkta dalların arasından
Büyülenmiş bir ceylân gibi bakıyor zaman,
Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak…
Biliyorum gölgede senin uyuduğunu…
Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
Hazların âleminde yumulmuş kirpiklerin;
Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu.
Burada büyülenmiş bir ceylân olan zaman, “Musiki” şiirinde yerini hâtıraya bırakır:
Ey bitmek bilmeyen hüznü zamanın!
Her şey sana karşı kendi içimde;
Renk ve büyüsüyle bakışlarının
Musiki, hâtıran gibi peşimde,
“Defne Dalı”nda zaman, uzun zincirini ikiye böler; burada karşımıza ölüm çıkar:
Ne çıkar sonu bir neşe ve hüznün,
Açılmış bir kapı ümit boşluğa,
Ölüm şifasıdır her üzüntünün
Sükût defne dalı her yorgunluğa…
“Raks” ta zaman düşüncesi başka bir yönden ele alınmıştır:
Hareket varlığın cömert çeşmesi,
Birbiri peşinden doğan hayaller;
Dinleyin bu derin çağlayan sesi,
Bir Tanrı gülüyor eşyada yer yer.
Dört yandan sarıyor naz, hüzün, eda.
Bir altın zincirle dönen yarını;
Bu saf güvercinler bu müntehada
Çarptıkça köpükten kanadlarını,
Ey çılgın yolculuk zaman içinde!
Tek bir düşünceden fışkıran zambak,
Bu esrarlı ağaç kendi fecrinde,
Ürperdikçe dal dal ve yaprak yaprak.
“Ayna” ise tamamiyle bir zamandır:
Derin sularında bu ayna her an
Sizden bir parıltı aksettirecek.
Kâh çıplak bir omuz sessiz düşecek
Eriyen bir kuğu beyazlığından.
“Bütün Yaz”da bir küçük zamanın güzelliği sezilir:
Ne güzel geçti bütün yaz.
Geceler, küçük bahçede…
A. Hamdi Tanpınar, bu gördüğümüz şiirlerle zamanı söylerken, kendisinin bazı sembollere önem verdiğini gösteriyor. Evet, onda klâsik Batı şiirinin sevgisiyle bütünleşmiş bir sembolizm anlayışı var. “Gül, aydınlık, bahçe, yolculuk, ufuk, havuz, hüzün, ayna, şafak, ömür, beyaz” gibi kelimeler, ekseri şiirlerde başka başka hayallerin, düşüncelerin davetçisidir:
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında.
Yekpâre geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında
diyerek, “Mavi, masmavi bir ışık” içinde yüzdüğünü söyleyen şair, bu şeffaf kelimelerinin arkasında, bize güzel hayallerin ziyafetini verir. “Karışan Saatler İçinde”, zamanla beraber aşkı da söyleyen şair, birçok şiirlerinde gene tatlı hâtıraların yumuşak okşayışlarını sunar. Bunlarda, aşk teması, bazan, birinci plâna geçiverir. “Hatırlama, Yağmur, Ey Kartal Bakışlı” şiirlerinde görülen sevgi belirtileri, gene bazı sembollerin yoluyla, düşüncemizde yeni çizgiler uyandırır.
Sembol, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirlerinin başlıklarında bile canlı bir haldedir. Yukarıda sözü geçen zaman temalı şiirlerin başlıklarından bu özellik açıkça anlaşılır. Sembollerle, birçok temaların bir anda gümrahlaştığı şiirlerde A. Hamdi Tanpınar, yerini tamamiyle şiirine bırakmıştır. Zaman düşüncesinden başka hemen her çeşit temayı ele alan mısraların toplamında bir bütün şiir lezzeti vardır. Paul Valery ve Baudelaire’in şiir sanatlarından ayrı bir zevk aldığından şüphemiz olmayan şairi, edebiyatımızda, benzersiz oluşu bakımından Yahya Kemal’e, mısralara sığmaması yönünden de Ahmet Muhip’e benzetebiliriz. Bunların dışında A. Hamdi Tanpınar, tek başına, kendi şiirinin ustasıdır. Kendisini kuran, bize tanıtan özellik de budur.
Az yazan, aynı temaları başka başka yönlerden her şiirinde söyleyen Ahmet Hamdi Tanpınar’ın edası, üslûbu nesirlerinde olduğu gibi sağlam ve köklüdür. Sık sık tekrarladığı kelimelerden tutalım da hemen her şiirinin özü olan zaman düşüncesine kadar her durakta sanatının sarsılmaz yapısını görürüz. Hikâyelerinde tam anlamıyla görülen üslûp titizliği, şiirlerinde de sezilir. Kendisinin malı olan temalar, bu temalarla yarattığı hayaller, hece ölçüsünün kayıtlı, ölçülü, kafiyeli şekliyle bütünleştirdiği musiki, onun şiir kompozisyonunu meydana getirir. Tanpınar, insan hayatının en karanlık köşelerinden, ışık yumağıyla aydınlığa, bir sürü sebepler, hastalıklar, illetlerin ilk izleriyle çıkarken, zamanı nasıl ana mihver sayıyorsa, şiirinde de bu özelliği kendine has özelliğiyle ortaya koyuyor. Bugünkü şiirimizin klâsik, Batı şiiri yolunda gösterdiği faaliyetin başında bulunan Tanpınar, birçok sanat yazılarıyla bugünkü şiirimizin anlayışı üzerinde de derin ziyafetini verir. “Karışan Saatler İçinde” sahibi olduğunu ispatlamıştır.
(Ülkü, sayı 37, Ocak 1950, s. 18-20)