YİNE TANPINAR

M. Dıranas

Yazıklar olsun! Hepsinin, ölümlerinden sonra değerini bileceğiz. Haklarında, on yıl, yirmi yıl, otuz yıl, kırk yıl haksız yere susmuş kalemlerimiz birdenbire boşanacak, ardlarından en içli ağıtlarımızı yazacağız; “kadrini ilâ” etmek için elimizden geleni yapacağız. Bunu yaparken bir taraftan da, kendimizi beğendirmeğe, ne vefalı olduğumuzu belirtmeğe, anlayışımızın genişliğini buldurtmaya, okuyucuyu zorlayacağız.

Yaşarlarken, yalnızlıklarının kapılarını çalmadığımız, hattâ sokaklarından geçmediğimiz fakat öldükleri günün ertesinde evlerinin önüne “ah ve vah” ile doluşuverdiğimiz bu adamlar, yas gösterilerinden de belli ki, karınca kaderince iyi ve faydalı işler görmüş kişilerdir. Gerçi, tabutlarının peşine takılan kalabalığın daha az ya da daha çok oluşu, gördükleri işlerin büyüklüğü ve karşılıksızlığı nisbetine göre ayarlı değildir; ama ne de olsa, hayatta gördükleri vefasızlıkla az çok ters orantılıdır. Hulâsa, kazançsız işlere adanmış yaşamaların tek ödülü, tabutun arkasına toplayabileceği bir kalabalıkla, hakkında, üç beş gün sürecek bir yazı çizi sağlayabilmek oluyor. Yazık olsun!

Yaşarken bu adamların sevilmeye, anlaşılmaya, ilgilenmiye, şevklendirilmeye hiç mi ihtiyaçları yoktur, olur mu böyle şey? Düşünce adamına sanat adamına; insanlığı bilgilendirmeye ve yüceltmeye, yaşamayı manalandırmaya ve güzelleştirmeye yönelik uğraşların adamlarına sevgiden, ilgiden, anlaşılma zevkinden ve bir de şevkten başka ne verebiliriz, ki ona gönülsür olsun. Bunları, Ahmet Hamdi Tanpınar dolayısıyla düşündüğümü belirtmeliyim.

“Yazık olsun” esef ve pişmanlığının ilk oklarını kendi kalbime saplıyorum. Hoca olarak, dost olarak, usta olarak ondan edindiklerimin karşılığı yüzde yüz zimmetimde. Hayatta ödeyemediklerimin başında Tanpınar’a olan borcum gelir. Başkalarının, Hamdi’ye ve onun gibi nicelerine olan borçları, benim bu zimmet suçumu hafifletmez. Son görüşmemizde saklamaya özendiği bir güceniklikle bunu ima da ettiydi bana. Öyle ya, şiirlerini kocaman estet ve münekkit geçinir bir zat, hem de arkadaşı ve bu arkadaşı ve kuşakdaşı, gülünç bir bilgiçlikle küçümser, en yakın bir dostu sadece anlamsız bir övgüye benzer, falan veya filan ya susar ya susmaktan beter bir hoşbeş zoru gösterir…se elbet Hamdi de, eşi dostu, şairi yazarı, edebiyatçısı, tenkitçisi, hepsinden, matlup hanesi ağzına kadar dolu olarak, ölüp gider.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Türk şiirindeki yerini Türk şiirinin bugünkü gelişmelerindeki rolünü kimse anlamış ve belirtmiş değildir. Oysa ki, Malaparte’nin, insanı, eski Yunan yaratmıştır, demesi gibi bizde de garplı şiir anlayışını Hamdi yarattı dense yeridir. Bırakın onu, Yahya Kemal’in kolosal fakat kaba yapılı arınık fakat yalınkat şiiri yanında Hamdi’nin küçük, ufak, dengeli, kibirsiz fakat mesafeli şiiri, kuytulukta gizlenmiş kadim Yunan harabesi gibi her göze görünmemiş ve fazla aranıp dile getirilmemiştir.

Ah! Bir gün fırsat elvermeli, Hamdi’ya olan büyük borçlarımız ödenmeli.

(Zafer, 3 Şubat 1962)