BİR ŞİİR DÜNYASI
Suut Kemal Yetkin
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın aylardır yayınlayacağı bildirilen Şiirler’i nihayet basılabildi. Otuz yedi şiiri içine alan kitabı (ne yapayım bir türlü betik diyemiyorum) bir solukta okudum. Sembolist şiirlere düşkün olan ilk gençliğim gözlerimde yaprak yaprak canlandı. Mallarmé’yi, Verlaine’ı, Verhaeren’i saatlerce okuduğum hülya dolu geceleri hatırladım. Çünkü Tanpınar’ın şiirlerinde sembolizmin dünyasını: Güvercin kanadının köpükten çırpınışı, günlerin kızıl meyvası, çelik gagasında fecri taşıyan mavi kartalı, akşamın mercan dalları, kanlar içinde çırpınan güneşi, yıldız kervanı, büyülenmiş bir ceylan gibi bakan zamanı, tutuşmuş mercan rüyası, gül yangını, güvercin bakışlı sessizliği, gümüşlü fecri, mücevher kanatlı kuşları ile bulmamaya imkân yoktur. Bu bakımdan mütareke yıllarında ilk şiirlerini yayımlayan ve bugün hak ettikleri üne ulaşmış şairler arasında gençliğine en bağlı kalan odur. Mütareke’nin acı yılları Kurtuluş Savaşı ile sonuçlanıyor, yeni bir devir açılıyor, İkinci Dünya kasırgası kopuyor, bir dünya batıyor, bir dünya çıkıyor. Tanpınar bu olaylar arasında “Tel qu’en luiméme”, gençliğini büyüleyen bir riya ülkesinde “Mavi, masmavi bir ışık ortasında” yüzerek, bir kuyumcu titizliği ile mısralarını işliyor.
Çoğunu bildiğim, seve seve defalarca okuduğum bu şiirleri bir arada görünce Tanpınar’ın gönül verdiği kelimeler, sık sık kullandığı benzetmeler, vezinler daha iyi kavranıyor. Kitaptaki şiirleri okursanız dikkatinizi ilk çekecek özellik, şairin ve bağlacına gösterdiği düşkünlük olacaktır.
Okuyun, “Yavaş Yavaş Aydınlanan” başlıklı şiirin yedinci dörtlüğünü:
Ve hangi el boş geceden
Uzattı bu altın tası,
Sızdıkça bir düşünceden
Günlerin kızıl meyvası?
İlk mısraın başında bulunan ve, başımızı başka bir yöne çevirmemiz için verilmiş bir işarete benziyor, dörtlükte de önemli bir unsur oluyor. Ama aynı şeyi öbür ve’ler için söyleyebilir miyiz? Tanpınar bu bağlaç sözcüğüne öylesine gönlünü kaptırmış ki, çoğu zaman onu anlamsız olarak kullanmaktan kendini alamıyor:
Ve yanık türküsü dalda, bülbülün
Ateşten çemberi üstünde gülün.
“Uyanma”
Deniz ufkunda batan güneş
Ve keskin çığlığı kuşların;
“Deniz Ufkunda”
Ve gülünç kuşlar dallarda
Kırpıyor kirpiklerini
………………
Yüzler asılı dallarda
Küçük, sıska, kandil yüzler,
Onlar ağlıyor kemanda
Ve üzüntü dolu gözler.
“Sabaha Karşı”
Ve dersin yavaşça kendi kendine:
Ömrün çemberinden kurtuldum yine
“Siyah Atlar”
Ve birden değişen yüzün
Arzunun uzaklarında,
O çılgın bitiş, kayboluş
Göğsünde ve kollarında.
Ve açık pencerelerden,
Mavi gökle giren rüzgâr
“Başka Bir Yıldızda”
Ve diyor fecirden berrak
Sesiyle her ürperişte,
Geceyi yumuşatarak:
“Bütün bu gözyaşların işte.”
“Bir Gül Bu Karanlıklarda”
Yırtılan yelkenler gibi
Enginle baş başa kalsak
Ve bir şafak serinliği
İçinde uykuya dalsak.
“Rıhtımda Uyuyan Gemi”
Bir altın uçurum derinleşmede
Ve meçhule doğru süzüldü kervan
“Musiki”
Bazan bir tebessüm, tutuşmuş mercan
Rüyasıyle sanki kanlı bir çiçek,
Ve saçlar ümitsiz öyle yüzecek
Olgun akşamların ağırlığından.
“Ayna”
Bir türkü ki gamlı, uzun,
Ve sen gülünce açan güller,
Ah o hiç dinmeyen rüzgâr
Ve uykusu çiçeklerin.
Ve beni çıldırtan hüzün
İki bakış arasında
“Mavi, Maviydi Gökyüzü”
Ovanın yeşili göğün mavisi,
Ve mimarîlerin en ilâhisi,
“Bursa’da Zaman”
Her bahçenin yabancısı
Ve her ümidin üstünde,
“Dönüş”
Çok güzel bir uykudan uyanmış gibi mahmur
Ve hâlâ eşiğinde yarım kalmış rüyanın.
“Deniz”
Ve gülümseyerek öyle derinden
Her lâhza başka şey ve hep kendisi,
Bir başka yıldızdan veya alevden
Ânın ve hareketin mucizesi,
Ve ümitsiz avı bin sonsuzluğun;
“Raks”
İşte mısra başlarına yerleşmiş yirmi tane ve. Daha başkaları da var. Mısra ortalarında olanlar da ayrı. Ataç, sağ olaydı da bu ve’leri böyle bir arada göreydi. Kim bilir gözleri nasıl fırıl fırıl dönerdi.
Sizlere ve’leri gösterirken Tanpınar’ın şiir dünyası hakkında da bir fikir verdiğimi sanıyorum. Gerçeği söylemek gerekirse, bu ve’li mısralarla ilk karşılaşma insanı sarmıyor değil. Ama bunlar, birbiri arkasından karşımıza gelip dikilince mısraların güzelliğini görmemize engel oluyorlar. Böyle olmasaydı, hangi mısralar ve ile başlıyor, diye uğraşıp durur muydum?
Bu özelliğin yanı başında Tanpınar’ın kitabında, müselles, sükût, şahit, meçhul, iğva, merhale, nağme, kâinat, mâbude, hicran, mücevher, nur… gibi bugünün kuşaklarına artık hiç seslenmeyen kelimeler de görülüyor. Bilmem bunlara gösterilen sevgiyi de gençliğe olan bağlılığa mı vermeli?
Tanpınar’ın kitabından söz ederken çok önemli bulduğum bir noktaya değinmeden geçemeyeceğim. Bir şiir kişiliğini buluncaya kadar, başka deyişle, şair duyduğuna kendini saran bir hava içinde son biçimini verinceye kadar çalışır, yazar, çizer, bırakır, yeniden alır; olmazsa bir süre ara verir. Sonunda, çoğu zaman, beklenmedik bir ânda şiir kendini bulur ve şairden kopar. Artık o, şairden ayrı düşmüş hür bir varlıktır. Böyle olunca, şairin onu yıllar sonra yeniden ele alması, yıllar öncesinin sıcaklığını yeniden yaşamaya kalkışması olur ki, bunun da imkânı yoktur. Yaşanmış olan ân, artık bütün özü ve özelliğiyle yok olup gitmiştir. Bir bakıma, şiir de, bir defa daha yaşanmasına imkân olmayan bir duygulanma ânını ebedileştirmek değil midir?
Tanpınar’ın yıllar öncesi yazıp yayımladığı bir iki şiirini yıllar sonra değişik mısralarla kitabında görmeseydim bu satırları yazmazdım.
“Mavi, Maviydi Gökyüzü”nü birlikte okuyalım:
Mavi, maviydi gökyüzü
Bulutlar beyaz, beyazdı;
Boşluğu ve üzüntüsü
İçinde ne garip yazdı…
dörtlüğü ile başlayan bu şiir şöyle bitiyor:
Kim bilir şimdi nerdesin?
Senindir yine akşamlar;
Merdivende ayak sesin
Rıhtım taşında gölgen var.
İlk dörtlüğün üçüncü mısraı ilkin:
Dalgaların üzüntüsü
idi. Açıklamaya çalıştığım sebeplerden dolayı, sonucun bu değişiklikten yana olduğu söylenemez elbette. “Boşluğu ve üzüntüsü” ile “Dalgaların üzüntüsü” mısralarını yüksek sesle okuyunuz. Anlamın da değişmiş olduğunu fark etmeniz bir yana, birincide dilinizin nasıl güçlükle kıpırdadığını duyacaksınız.
Şiirin zararına olan böyle bir değişikliği “Gül” başlıklı şiirde de görüyoruz. İlkin, Sanat ve Edebiyat dergisinin 22’nci sayısında, 1947 mayısında çıkmış olan Gül’le, iki mısra değişerek kitapta yer alan Gül’ü karşılaştırınız. Şiirin neler kaybettiğini göreceksiniz.
Kesin biçimlerini bulduktan sonra yaratıcısından kopan, yani yayımlanan mısralara yıllar sonrası dokunmamalı. Bunlar, mısralara can vermesiyle yok olması bir olan tek ânların anılarıdır; üstelik, yaratıcısı ile değil, artık okuyucuyla baş başadır. Yaratıcının yapacağı şey, onların, sadece, bir okuyucu olmaktır.
Tanpınar’ın şiirlerini severek okudum. Nasıl sevmeyebilirdim ki, bana ilk gençlik yıllarını hatırlattı.
(Türk Dili, sayı 115, 1 Nisan 1961, s. 433-436)