BİR KİTABIN HİKÂYESİ
Hüsamettin Bozok
Tanpınar ilk şiirlerini Mütareke yıllarında (1921) Dergâh dergisinde yayımlamaya başlamıştır. Bu kırk yıllık süre içinde bir şiir kitabı çıkarmaktan daima kaçınmış ve belki kendisine yapılan teklifleri de hep geri çevirmiştir. Bu, onun, şiirleri üzerinde nasıl alışılmadık bir titizlikle durduğunu gösterir. Gerçekten de Tanpınar, çok zaman önce yazmış olduğu bir şiirin, yıllar geçtikten sonra yalnız mısraları üzerinde değil, bazan kelimeleri üzerinde de usanmadan düşünür, onları, bitmemiş, tamamlanmamış, en güzel şeklini henüz bulmamış sayardı. Kendisi için, bütün yazdıkları, olgunlaşma yolunda kaleme alınmış birer taslaktı. Bir şiir kitabı yayımlamaktan çekinmesi, kaçınması, hattâ ürkmesi de bu yüzdendi. Onca, en kıvamını bulmuş, kesinleşmiş bir şiiri bile, belki bir gün yeni bir düzeltmeye yol açabilirdi. O halde onu, bugünkü yarım kalmış, haliyle, bir kitap sayfasında niçin dondurmaya kalkmalıydı. Şairin bu kaygısına küçük bir örnek vermek gerekirse, en ünlü ve en güzel şiirlerinden biri olan “Bursa’da Zaman”ın yıllar boyunca uğradığı değişikliklere göz atmak yeter. Bu şiirin daha önce antolojilerde çıkan mısraları, Şiirler kitabında az veya çok değişmiş, şairin elinde daha başka kalıplara sokulmuştur. “Sanki bir hâtıra serinliğinden” mısraı kitapta “yüzlerce çeşmenin serinliğinden” olmuştur. “Yekpare bir anda gün, saat, mevsim” mısraı “Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim” olmuştur. “Çınlıyor bu eski zaman vehmiyle” mısraı “Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle” olmuştur… “Şanlı menkıbesi binlerce erin” mısraındaki “menkıbesi” sözcüğü “hikâyesi” ile yer değiştirmiş, “Sesi arşa çıkan hengâmelerin” mısraı “Sesi nabzım olmuş hengâmelerin” olmuştur, vb..
Hatırımda kaldığına göre 1958 sonlarında veya 1959 başlarında bir gece ve gene yanılmıyorsam, Aliye Berger’in bir toplantısında karşılaşmıştık. Misafirler pek çoktu, herkes ayakta oradan oraya dolaşıyor, yiyip içiyor, birbiriyle konuşuyor, bir salondan ötekine yer değiştiriyordu. Tanpınar, o hengâme içinde, şiirlerini artık bir kitap halinde bastırmak istediğini ve bu işi de Yeditepe’ye seve seve bırakacağını açıkladı. Çok içten konuşurdu ve o gece de öyle konuşuyordu. Tatlı tatlı omuzumu okşuyor, o kalabalık içinde ötekiyle berikiyle çene çalmaktansa bu kitap işinde derinleşmek üzere benimle konuşmayı tercih eder görünüyordu. Hattâ bir ara “gel editörüm” diye benimle karşılıklı bir fotoğraf çektirmeyi bile ihmal etmemişti.
Tanpınar’ı, uzun yıllar sabırlı bir bekleyişten sonra bu karara götüren sebepler üzerinde durmak gerekli midir, bilmiyorum. Belki bilmediğimiz birçok sebepler vardır veya yoktur. Eğer mutlaka bir sebep aranacaksa, büyük bir saygı ile bağlı bulunduğu Yahya Kemal’i o sıralarda kaybetmiş olması ilk akla gelenler arasında olacaktır. Belki kimseye söylemediği, hattâ kendi kendine bile itiraftan çekindiği bu ölüm, böyle bir karara götürmüştür onu. Kim bilir..
Kitabın adı “Ne İçindeyim Zamanın” olacaktı. 16 Şubat 1959’da karşılıklı olarak imzaladığımız yazılı anlaşmada kitap bu adı taşıyordu. Nitekim daha sonra, çıkıncaya kadar da bir müddet böyle ilân edildi. İlkin bütün şiirlerini bu kitapta toplamayı düşünmüştü. Sonra, yalnız hece vezniyle yazdıklarını almak istedi. Serbest ölçü ile yazdıklarını da ikinci, başka bir kitapta toplayacaktı. Bu kitaba bir ad da düşünmüştü..
Kitap üzerinde çalışmalarımız bu kadar kesinleştiği halde onun içinde hâlâ bir kararsızlık tohumu vardı. Bunu seziyor ve zaman zaman filizlendiğini görerek de üzülüyordum. Bu kararsızlıklarını ufak tefek davranışlar halinde ortaya da çıkarıyordu. Müsveddeler matbaaya verilip de ilk kolon tashihleri alınınca, bunlar kendisinde on beş gün kalmalıydı. Bunu en baştan şart koşmuş, hattâ anlaşmaya bile koydurmuştu. Kolon tashihleri üzerinde günlerce düşünüp, yazıp bozmanın tadını çıkarmak istiyordu. Matbaaların teknik zorunluluklarını bildiğim için, işi sürüncemeden kurtarmak amacıyla, ben de anlaşmaya şu karşı şartı koydurdum: Bu on beş günlük süre bittiği halde tashihleri iade etmezse, eserin orijinal ilk müsveddesini esas tutup – ama gene yanlışsız olarak – kitabı bastıracaktım. Kitap matbaaya verildiği zaman bu on beş günlük zaman iki aya kadar çıktıydı. Bu arada asistanı, birkaç defa bana kadar gelmiş, “Hocanın şunu istediği, şunu istemediği” veya “Tashihleri şunun için geciktirdiği, ancak şu gün şu saatte muhakkak teslim edeceği” bildirilmişti..
Tanpınar 1959 mayısında uzun bir Avrupa gezisine çıktı. Sanırım bir yıldan fazla da Paris’te oturdu. Kendisi burada olmadığı zaman kitabın basılamayacağına iyice inandığım için beklemeyi daha uygun buldum. Onun bu gecikmeden ayrı bir tad aldığını biliyordum. Şair mizacına saygım da büyüktü. Sessizce memlekete dönüşünü bekledim.
Avrupa’da iken kendisinden birkaç mektup aldım. Bunlardan ikisinde, o sıralarda satışa çıkan “Şiirimizin Dört Ahmedi” adlı bir kitaptan duyduğu üzüntüyü belirtiyor, istersem, bu izinsiz baskıyı noter eliyle protesto edebileceğimi yazıyordu. Aynı mektupta, İstanbul’da bulunan kardeşine bir vekâletname gönderdiğini söylüyor ve “Beraberce noterim ve dostum Hamdi Selçuk Beye gidin, meseleyi konuşun” diyordu.
Bu meselenin onu bu kadar derinden üzeceğini tahmin etmemiştim. Bana yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Hüsam kardeşim, mektubunu aldım. Tabii çok canım sıkıldı. Bu kitap (yani basacağımız şiir kitabı demek istiyordu) benim için kitaptan başka bir şeydir”. Evet, kendisi, çok güzel bir anlatım biçimi bulmuştu: Bu, bir kitaptan başka bir şeydi onun için. Bir hayat serüveni, ömrünün son bir iki yılını, gece ve gündüz tıka basa dolduran, kaçınılmaz ve vazgeçilmez bir şeydi. Bu uğurda ne uykusuz gecelere, ne düşündürücü saatlere katlanmazdı ki… Mektuplarında da bunu kolayca belli ediyor, bu şiir kitabının baskısı işinde ne kadar inceden inceye düşündüğünü ve teferruat üzerinde kendini nasıl boş yere yorduğunu açıkça gösteriyordu:
Hotel de Versailles, Boullevard de Montparnasse, Paris 15
7.9.1959
Aziz kardeşim ve dostum,
Seyahate çıktığım gündenberi sana yazmak istedim. Fakat olmadı. Belki hastalığın tesiri, belki de iklim değiştirmenin, bilhassa mânevi havayı değiştirmenin neticesi. Bu iki ay içinde hiçbir ehemmiyetli mesele ile meşgul olamadım. Kütüphanelerde, müzelerde otomatik vesika çalışmalarından başka bir şey elimden gelmedi. Şimdi yavaş yavaş açılmış gibiyim. On günden beri Paris’te kendim olarak çalışmaya başladım. İşte bu çalışmanın içinde, onun heyecanıyla bu selâmı gönderiyorum.
Seyahatimin şimdiye kadar olan kısmından memnunum. Paris, Londra beni ayrı ayrı yakaladılar. Şimdi artık alıştım. Mukavelemize göre kitabın çıkma zamanı yaklaşıyor. Ve bu beni çok düşündürüyor. Dinlenmenin, birtakım abes para işlerinin arasından çıkmanın verdiği bir sükûnetle kitaba bakıyorum, onu gözümün önünde tutuyorum, doğrusunu ister misin pek beğenmiyorum, hattâ korkuyorum. Bana bir kitap haysiyetiyle tamamlanmamış, birtakım itinalara, daha mahiyetlerini bilmediğim dikkatlere, hülâsa üzerine bir müddet kapanmaya muhtaç gibi geliyor. Şiirlerimin aleyhinde bulunduğumu sanma. Bu iç takvim yapraklarını daima kendileri olarak aldım ve sevdim. Hacı Bayram’m şiirindeki şehir gibi onları söylerken ben kendimi yaptım. Şimdi öyle ki hangimiz hangimizin çocuğuyuz pek bilmiyorum. Fakat hayatlarından ve bilhassa kitap denen toplu hayatlarından daha ziyade benim mesul olduğum aşikâr. Kitap bütünlüğü mühim bir şey. Bunu sen benden iyi bilirsin. Hülâsa bir daha gözden geçirmem, tasfiye edilecekleri tasfiye etmem, değiştirilecekleri değiştirmem, değiştiremeyeceklerime razı olmam lâzım.
Ne yapabiliriz. Zannetme ki büsbütün bırakmayı teklif edeceğim, Bu şiirlerin çıkmasını istiyorum. Yerlerine yenileri gelecekler. Onlardan kurtulmam benim için en büyük sıhhî şart. Fakat en iyi şartlar altında, mümkünün en iyisiyle olmasını istiyorum. Hatırıma üç şey geliyor: 1) Gelecek seneye, dönüşüme bırakmak. 2 ) Nisana veya mayısa bırakmak. 3) Mutlaka yakında çıkması lazımsa kânunu saninin ortasında çıkarmak.
Birinci şartı kabul edersen büyük bir mesele yok demektir. Ben haziranda döneceğim. Allah izin verirse kitap gelecek teşrini sanide çıkar Tasavvurum budur, asıl bunu tercih ediyorum). Bu olmadığı takdirde neşrinden bir buçuk ay evvel müsveddeleri bana göndermeni (yani dizgi provasını) rica edeceğim. Bu takdirde de mayısı beklemeyi, yahut nisanı beklemeyi fazla görürsen o martı da kabul etmezsen, hiç olmazsa kânunu saninin on beşinden sonrayı kabul et. Ve kânunu evvelde dizgileri bana bütünüyle gönder. On beşinde bütün değişikleriyle elinde olur.
… Aziz Hüsamettin, bütün bu olanlar, benim isteğimle olmamış şeylerdir. Buna emin ol. Adresimi yazıyorum. Mektubunu beklerim. Yanlış yazdım, sabırsızlıkla bekliyorum diyecektim. En iyi hal tarzını seçeceğine eminim. Ayrıca da verilmiş sözüm var. Yalnız kitabın her zaman senin olduğunu düşün.
Hasretle, muhabbetle gözlerinden öperim kardeşim, efendim.
A. H. Tanpınar
(Fikret’e ve dostlara selâm)
(Silintileri affet).
Aziz kardeşim ve dostum,
1.3.1960
Sana yazmakta biraz geciktim . Dört Ahmet’lerin macerası sinirlerimi öyle bozmuştu ki… Şair olduğuma nerede ise esef edecektim. Halbuki şiir, insanlardan sonra, belki de beraber, tek sevdiğim şeydir.
Mart geldi. Kitabı ne yapacağız? Adalet şüphesiz sana söylemiştir. Kitabı eylül sonuna çıkartmamız çok iyi olacak. Hem ben İstanbul’da olurum, sana yardım ederim. Tashih işi mühim iş. Hem de elimdeki manzumeler biter; değişecekler değişir. Bilirsin başka memleketlerde müsveddelerin kendisi, yani provalar böyle birkaç ay muharrirde kalır. Hangi şartlarla çalıştığımızı bildiğim için bittabi böyle şey mevzuubahis değil. Yalnız daha bence kitap, şeklini bulmadı. Bu sene dershaneden mektepten uzak, şiirle başbaşa kalmak fırsatını buldum. Bu bende birtakım şeyleri tazeledi. Hem de devam ederken kesmiyelim, diyorum.
… Mutlaka bu bahar çıkmasını istiyorsan bana derhal bir mektup yaz. Ve sen de elindeki müsveddeleri matbaaya vermiye hazırlan. Ben sana bir hafta içinde yani Mart 12’ye kadar -yahut mektubunu aldıktan bir hafta sonra şiirlerin sırasını, sayfa adetlerini, kısımları ve değiştirdiğim yerleri, yeni bir iki şiirle beraber gönderirim. Böylece matbaaya verilir. Provaları Paris adresime gönderirsin. Ben mukavelemiz esasınca on beş gün sonra iade ederim. Doçentim Faruk, Doktor Niyazi Akı beraberce tashihe bakarlar. Harfleri sen tâyin edersin. Ve mümkünse Kutsi’nin yahut Adalet’le Mehmet Ali’nin (daha iyi olur) reyini alırsın. Tashih çok mühim iş olduğuna göre iki takım prova gönderirsin. Ben birini tashihi yapacak olan Faruk’a, öbürünü sana değişmelerle beraber iade ederim.
Böylece nisan onda kitap çıkar, on veya on beş… Orası İstanbul’daki çalışmaya bakar.
Aziz Hüsam, seni çok severim. Çok müşkül zamanımda bu kitabı almıştın. Yalancı çıkmak istemem. Fakat bu baharda çıkacaksa behemehal bu şartlarla çıkmasını da isterim.
Şimdi fikrimi bir daha söyliyeyim: sen bu sene epeyce kitap neşrettin. Beni dinlersen sonbahara bırak… Bir kitapçının muharrir veya şaire müsamahası gerekir. Ayrıca da mesuliyeti onlarla paylaşması bana daha mâkul görünüyor. Her şekilde bana cevabını bildir.
En samimi hislerle, en derin, dost temennileriyle gözlerinden öperek.
A.H. Tanpınar 26 Ocak 1961 Cuma
(Yeditepe, sayı 56 1-15 Şubat 1962, s. 9-10)